Dicle
Nehri üzerinde yapılması planlanan Ilısu Barajı'na karşı
açılan dava, geçtiğimiz aylarda Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) tarafından kabul edilmişti. Türkiye AİHM'ye
konuyla ilgili olarak altı buçuk kilogramlık yazılı kâğıtla
'ağır' bir yanıt ve savunma gönderdi. Avukat Murat Cano
AİHM'e Türkiye hükümetinin görüşleri ile ilgili bir yanıt
gönderdi.
AVRUPA İNSAN
HAKLARI MAHKEMESİ'NE:
(İKİNCİ DAİRE):
BAŞVURU NO: 6080/06:
ÖZÜ: Türkiye hükümetinin görüşleri ile mahkemeye
ilettiği bilgiler hakkındaki düşüncemizin bildirilmesi,
öncelikle İçtüzüğün 39. maddesi uyarınca geçici tedbir
alınması, 54/3. maddesi uyarınca ise duruşma yapılarak
başvurunun esasına ilişkin sorunlar hakkında tarafların
dinlenmesine karar verilmesi isteminin sunulmasıdır.
I. Giriş
Türkiye hükümetinin yanıtı, özet olarak iki alanda
toplanabilir: Bunlardan biri, 'ilk itirazlar' başlığı
altında yer alan mahkemenin 'konu itibariyle yetkisiz'
olduğu, 'başvuru sahiplerinin şikayetlerinin sözleşme
hükümleriyle konu itibariyle uyumsuz olduğu ve dayanılan
maddelerin, iddialarla ilişkisiz olduğu', 'başvuru
sahiplerinin şikayetlerinin şahıs itibariyle yetki
bakımından da sözleşmeye aykırı olduğu', 'dört başvurucunun
Türkiye'de dava tarafı olmadıkları, bu sebeple kabul
edilebilirlik kıstasını yerine getirmedikleri, başvurunun,
içyollar tüketilmeden yapıldığı' itirazlarıdır. Diğeri,
Ilısu Projesi'nin teknik verileri ile Çevre ve Kültürel
Miras'ın korunması ve yeniden yerleştirme projeleri
hakkındaki tasarılarıdır.
II. Türkiye Hükümeti'nin İlk İtirazlarına İlişkin Düşüncemiz
Türkiye hükümetinin ilk itirazları, özellikle mahkemenin
'konu itibariyle yetkili olmadığı' yolundaki ilk itirazı;
başvurucuların ihlal edildiğini öne sürdükleri temel
sözleşme ve buna bağlı protokol maddeleri ile daire yazı
işleri yetkililerinin bunlara eklediği maddenin hukuki
içeriklerine, bu madde hükümleriyle korunmak istenen 'hukuki
değer'in ne olduğuna, ne olması gerektiğine ve Avrupa
Uygarlığı'nın temel haklara ilişkin diğer normatif
düzenlemelerine ve nihayet felsefi perspektiflerine göre
irdelenip değerlendirilmelidir. Ayrıca konu itibariyle yetki
bakımından değerlendirme yapılırken, konu, Kültürel Miras'ın
korunması olduğundan, bu mirasın uluslararası alanda
korunması hakkındaki sözleşme hükümleri de gözetilmelidir:
a. Bilindiği gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin
Karar'ları, 'aslında sadece mahkemenin önüne getirilen
davaları karara bağlamakla kalmamakta, daha genel olarak,
Sözleşmeyle getirilen kuralları açıklamaya, korumaya ve
geliştirmeye ve bu suretle Sözleşmeci Taraflarca üstlenilen
taahhütlerin yerine getirilmesine katkıda bulunmaya da
hizmet etmektedir.'
'1. madde, aynı zamanda, sözleşmenin bağlayıcı niteliğini
açıkça söyleyen maddelerden biridir. 1. madde, sözleşmenin
birinci bölümünde yer alan hükümlere dayanılarak
yazılmıştır. Bu nedenle, birinci bölümündeki hükümlerle
bağlantılı olarak ele alınıp uygulanabilir. Bu bölümdeki
hakların ihlali, birinci maddeyi otomatik olarak ihlal eder.
Sözleşme, sözleşmeci devletlerin birbirlerine karşı
taahhütlerini içeren klasik türdeki uluslararası
antlaşmalardan farklı olarak, daha fazla taahhüt
içermektedir. Sözleşme, karşılıklı ve iki taraflı bir
taahhütler örgüsünün üstünde ve ötesinde, başlangıcın
ifadesiyle birlikte yerine getirilmesinde yarar görülen
objektif yükümlülükler yaratmıştır. Sözleşmeyi
hazırlayanlar, birinci madde metninde 'güvence altına almayı
üstlenir' (undertake to secure) sözcükleri yerine 'güvence
altına alır' (shall secure) sözcüklerini koymakla,
sözleşmenin birinci bölümünde beyan edilen hak ve
özgürlüklerin sözleşmeci devletlerin egemenlik alanı içinde
bulunan herkes için doğrudan güvence altına alınacağını
açıklamak istemişlerdir.' (İrlanda-Birleşik Krallık
18.01.1978; Seri A, No.25)
Bu başvurudaki ve bu davadaki 'temel sorun', Kültürel
Miras'ın ve bu mirasta yüklü bulunan tarihsel ve bilimsel
değerlerin, temel haklardan olup olmadığıdır. Eğer Kültürel
Miras ve bu mirasta yüklü bulunan değerler temel haklardan
ise bunların korunması ve bunlara bütün zamanlarda, her
durumda ulaşılmasını mümkün kılmak sözleşmeci tarafların
esaslı bir görevidir. Bu halde de mahkemenin, konu
bakımından yargı yetkisinin yokluğu ileri sürülemez ve bu
itiraz, kabul edilemez. Eğer Kültürel Miras ve onda yüklü
bulunan değerler, bir temel hak değilse, Avrupa
Uygarlığı'nın, bu uygarlığın bütün üst kurumlarının ve
'düşünen birey'lerinin, kendini sorgulaması gerekiyor.
Konumuz bakımından bu sorgulamanın; özellikle 'insan
haklarına saygı yükümlülüğü', 'yaşama hakkı', 'özgürlük
hakkı', 'düşünce ve ifade özgürlüğü hakları', 'ayrımcılık
yasağı', 'eğitim hakkı', kuşaklar ve uygarlıklar arasında
'değer aktarımı işlevi' ile devletlerin-hükümetlerin
erklerinin sınırları ve yükümleri bakımından yapılması
gerekir.
UNESCO ve Avrupa Konseyi öncülüğünde imzalanan çok taraflı
uluslararası konvansiyonlara ve doktrine göre, Kültürel
Miras 'istisnai'dir, 'veri'dir ve 'evrensel'dir. Kültürel
Miras'ın bu belirleyici unsurları; bütün zamanlarda
geçerlidir. Ancak bu geçerlilik, korunmaları ve onlara
ulaşılabilmesi halinde söz konusudur. Dolayısıyla
mahkemenin; bu aşamada, aşamada ve hüküm kurarken Kültürel
Miras'ın uluslararası alanda korunmasına ilişkin bütün
normatif düzenlemeleri de gözetmesi gerekir.
b. Başvurucuların; başvuru haklarının bulunup bulunmadığı
ile içhukuk yolları tüketilmeden Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'ne başvurulup başvurulamayacağı önsorunu;
başvurunun konusuna ve amacına, aleyhine başvuru yapılan
sözleşmeci tarafın konu hakkındaki uygulamasına göre
çözümlenebilir.
Başvurunun konusu ve amacı; Hasankeyf'te yer alan taşınmaz
kültür varlıklarının ve Dicle Havzası'ndaki diğer tarihsel
yerleşmelerin, baraj gölü altında kalmasını engelleyerek,
bunları, gelecek kuşaklara devretmektir.
UNESCO ve Avrupa Konseyi öncülüğünde imzalanan bütün
uluslararası konvansiyonlarda, Kültürel Miras; 'insanlığın
ortak anı kaynağı, tarihsel ve bilimsel araştırma gereci
olarak' tanımlanır. Dicle Havzası'nda 200'ün üstünde
tarihsel yerleşme bulunduğu saptanmıştır. Şimdiye kadar
bunlardan yalnızca ve kısmen Hasankeyf'te kazı ve tespit
çalışmaları yapılmıştır. Hasankeyf dışındaki yerleşmelerde
açığa çıkarılacak eserlerin; insanlığın geçmişi bakımından
hangi 'bilinmeyenler'e ışık tutacağı henüz öğrenilememiştir.
Ilısu Projesi gerçekleşirse, hiç öğrenilemeyecektir. Öte
yandan, Hasankeyf'in ve Hasankeyf'te yer alan eserlerin;
'dünya mirası' niteliğinde oldukları, bilimsel olarak
kanıtlanmıştır. Bu konudaki karşılaştırmalı analiz,
başvuruda ayrıntılı olarak yer almaktadır. Bu sıfatın (yani
'dünya mirası' olduklarının), bu eserler için ilan edilmemiş
olmasının nedeni, bürokratik formalitelerin yerine
getirilmemesindendir. Esasen Hasankeyf'te yer alan eserlerin
niteliğinden dolayıdır ki Türkiye de, Hasankeyf'i birinci
derecede arkeolojik sit olarak tespit ve tescil etmiştir.
Türkiye'nin bu konudaki kararları yürürlüktedir. Türk Koruma
Mevzuatına göre birinci derecede arkeolojik sit olarak
tespit ve tescil edilen alanlarda kesin yapılaşma yasağı söz
konusudur. Türk yargısının uygulaması uyarınca da kültür
varlıkları 'kamusal değer'lerdir ve yurttaşlar, bu
varlıklara zarar veren veya zarar verme potansiyeli taşıyan
imar hareketlerine, yatırım plan ve projelerine karşı
bireysel olarak dava açmak hakkına sahiptirler.
Avrupa Konseyi üyesi olan ve Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'nin yargı yetkisini tanıyan Yüksek Sözleşmeci
Tarafların bütün yurttaşları; hem kendi ülkelerindeki, hem
de aynı konumdaki diğer sözleşmeci tarafların ülkelerindeki
taşınır-taşınmaz, maddi-manevi kültür varlıklarının
korunmasını talep etmek hakkına sahiptirler. Bu hak; her
şeyden önce bu varlıkların, ulusal ve evrensel düzeyde
tarihi ve bilimsel bakımdan yüksek değer ifade eden kamusal
varlıklar olmasından doğar. Ayrıca Kültürel Miras aynı
zamanda; 'insanlığın dünü'ne ait anı kaynağı olduğundan,
insanların bu mirasın korunmasını istemeleri 'manevi
haklar'ındandır.
Başvuruculardan Oluş Arık; Türkiye Cumhuriyeti'nin Kültür
Bakanlığı Müsteşarlığı'nı ve 1984-1996 yılları arasında
UNESCO Türkiye Milli Komitesi Üyeliği'ni, 1987-1996 yılları
arasında ise başkanlığı görevini yapmış bulunan, bu süre
içinde UNESCO Genel Kurulu'nda Türkiye'yi temsil etmiş olan,
18 yıl süreyle Hasankeyf'teki kazılara başkanlık yaparak
kazıları yürüten, Hasankeyf konusunda tarihsel ve bilimsel
değeri olan kitap yazan, bir akademisyendir.
Başvuruculardan Zeynep Ahunbay; Hasankeyf'te kazı, belgeleme
ve onarım çalışmalarına katılan, ICOMOS Türkiye Başkanı olan
ve İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
Restorasyon Ana Bilim Dalı Başkanı olarak Öğretim Üyesi
görevini sürdüren bir akademisyendir.
Başvuruculardan Metin Ahunbay; Hasankeyf'te kazı ve
belgeleme çalışmalarına katılmış olan İstanbul Teknik
Üniversitesi Mimarlık Tarihi Ana Bilim Dalı Emekli Öğretim
Üyesi, Profesör, mimar ve arkeologdur.
Başvuruculardan Murat Cano; Azınlık ve Kültürel Miras Hukuku
Uzmanı olan ve gerek Türkiye coğrafyasındaki gerek
Mezopotamya'daki Kültürel Miras'ın korunması için ulusal
düzeyde, uluslararası düzeyde düşünce üreten, çalışmalar
yapan bir avukattır.
Başvuruculardan Özcan Yüksek; Coğrafya Dergisi, Atlas Yayın
Yönetmenidir. Coğrafya dergisi; Türkiye'deki çevre
değerlerinin korunması bilincine sürekli olarak nitelikli
katkı yapan belli başlı bir yayın organıdır. Özcan Yüksek bu
derginin yayın politikasını tayin ve tespit eden kimsedir.
Tüm başvurucular, kamusal görev yapan kimselerdir.
Kültürel Miras'ın yok edilmesinden, tahrip edilmesinden,
Kültürel Miras üzerinde değişiklik yapılmasından ve Kültürel
Miras'a ulaşılmasının geçici yahut süresiz olarak
engellenmesinden; bütün insanlar ve insanlık gibi,
başvurucular da zarar görürler.
Hem korunmak istenen 'değer'in niteliğinden, hem de
başvurucuların görevlerinden, sıfatlarından ve
uyruklarından, onların, başvurunun konusu bakımından, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurmaya hakları olduğu kabul
edilmelidir.
Zira Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de; 'bireylerin
komisyona ulaşmalarını düzenleyen 25. madde, sözleşmede yer
alan hak ve özgürlüklerin uygulanması için getirilen
mekanizmanın temellerinden biridir. Bu mekanizma, sözleşmeye
aykırılığını iddia ettiği bazı tasarruflardan zarar
gördüğünü düşünen birey için, diğer kabuledilebilirlik
şartlarını da yerine getirmesi halinde, iddia konusu ihlali
komisyon önüne getirebilme imkanını içermektedir. Mahkemenin
görüşüne göre sözleşmenin etkililiği (effectiveness; I'effet
utile), bu koşullarda komisyona ulaşma imkanına sahip olmayı
gerektirir. Eğer böyle olmazsa, sözleşmeyi uygulama
mekanizmasının etkililiği temelinden zayıflayacaktır.
Sözleşmenin usul hükümleri, sözleşme ve kurumlarının bireyi
korumak için kurulduğu düşünülerek, bireysel başvuru
sistemini etkili kılacak tarzda uygulanmalıdır.' yolunda
kararlar vermiştir. (Klass ve Diğerleri-Almanya 06.09.1978,
Seri A, No.28)
Dava konusu sorun bakımından içhukuk yollarının
tüketilmesinde hukuki fayda bulunmadığından, bu önşart;
kabuledilebilirliğin zorunlu şartlarından biri olarak
gözetilmemelidir. Zira başvuruculardan Murat Cano tarafından
12.01.2000 tarihinde Türk mahkemesinde açılan dava; aradan
geçen yedi yıla rağmen kesin bir hükme bağlanmamıştır. Murat
Canon'nun açtığı dava sürdüğü halde ulusal mahkemenin hükmü
beklenmeden 5 Ağustos 2006 tarihinde Ilısu Projesi'nin
temeli atıldığı belirtiliyor. Görülmektedir ki Türkiye'nin
'idari ve adli pratiği' bu şarta uyulmasını zorunlu olmaktan
çıkarmıştır.
c. Kullanılan hak, temel bir haktır.
Hakkın kullanılması yoluyla korunmak istenen değer; ulusal
düzeyde kamusal, evrensel düzeyde istisnai bir değerdir.
Kullanılan hakkın normatif dayanakları, Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası ile İnsan Hakları Uluslararası Mevzuatı'dır.
Nasıl ki hakkın kullanımı yasaklanamazsa, sınırlandırılması
da yalnız ve ancak hukukun öngördüğü usullerle ve demokratif
bir toplumda gerekli olan ölçüde yapılabilir. Başka bir
ifadeyle hakkı kullanmanın da, bu kullanımı sınırlandırmanın
da 'sınır'ları vardır.
Bireyler tarafından temel hakları kullanma özgürlüğünün
sınırına ve devletler tarafından bu kullanımı
sınırlandırmanın sınırına ilişkin özetlenen 'hukuki denge';
'kalkınma amaçlı yatırım'lar ile iklim dengesinin, su
kaynaklarının, çevre değerlerinin ve Kültürel Miras'ın
korunması arasındaki denge bakımından da geçerli olması
gerekir. Bu nedenledir ki; iklim dengesini, su kaynaklarını,
çevre değerlerini ve Kültürel Miras'ı doğrudan ve yüksek
düzeyde olumsuz etkileyen/etkileyebilecek olan bütün
yatırımlarda; insanların/yurttaşların, ülkedeki bilim
kurumlarının, meslek kuruluşlarının, yatırım hakkındaki
düşüncelerini açıklamaları, 'uygulanabilir denge'nin tespit
edilmesine katkı yapmaları, insanlık ve yurttaşlık
ödevleridir. Bu nitelikteki yatırımlarda,
devletlere-hükümetlere 'geniş takdir yetkisi' verilmesi veya
devletlerin bu tür bir yetki kullanabileceklerinin kabul
edilmesi, orta vadede insanların ve insanlığın zararına yol
açabilir. Esasen Birleşmiş Milletler öncülüğünde sürdürülen,
Avrupa Konseyi ile Avrupa Birliği'nin de katılmaya başladığı
süreç; yatırımlarla çevre değerleri ve iklim arasında
'uygulanabilir denge'nin tespit ve tayin edilmesi sürecidir.
III. Ilısu Projesi'nin Doğal Çevre Ve Kültürel Miras'ın
Korunmasına Etkileri; Taşıma Ve Yeniden Yerleştirme
Projelerinin Koruma Açısından Değerlendirilmesi
Ilısu Barajı ve HES Projesi Yeniden Yerleşim Planı
kapsamında yapılan değerlendirmelerde de açıklandığı gibi,
bölgede yürütülen çalışmaların sayısı artsa da, bölge
arkeolojisiyle ilgili bilgiler henüz çok yetersiz
düzeydedir. (Ilısu Barajı ve HES Projesi Yeniden Yerleşim
Eylem Planı, Final Raporu, Yönetici Özeti, Encon Çevre
Danışmanlık Ltd, Eylül 2005, Ankara, 9/42). Ilısu Proje
alanında 289 adet kültürel merkez bulunmaktadır. Buralardaki
kültürel mirasın tesbiti ve korunması için, kazı
çalışmalarının yapılması gereklidir. Kısa sürede yapılacak
kurtarma kazılarının bilimselliği tartışmalı olacaktır.
Önceden hiçbir tahmin ve hesapla belirlenemeyecek olan bu
potansiyel değerlerin telaş içinde heder edilmesi olasılığı
yüksektir. Bunun örnekleri daha önceki baraj kurtarma
kazılarında (örneğin Samosata) da yaşandığından arkeoloji
camiası tarafından sakıncaları çok iyi bilinmektedir.
Çevresel Etki Değerlendirme Raporu (güncelleme 2005) içinde
yer alan ve Ilısu Çevre Grubuna bağlı Arceotec Inc.
Tarafından hazırlanan kültürel miras ve arkeoloji (özet 5)
alandaki kültürel mirasın tarihi açıdan önemli olduğunu
vurgulamakta, bölgede 100 000 yıldan dana uzun süredir insan
yerleşimleri olduğunu belirtmektedir. Çalışma alanında
belirlenen 300 den fazla arkeolojik alanın 83'ünün projeden
doğrudan etkileneceği saptanmıştır. (özet, 6). Çalışma
alanının %60'ı henüz incelenmemiştir (Özet 18). Uydu
görüntülerinden incelenmemiş kısımlarda pek çok höyük
bulunduğu belirtilmektedir. Hasankeyf son 2000 yıllık
tarihin kalıntılarının bulunduğu büyük bir alandır (Özet 18)
. Pek çok alan Orta Doğu tarihinin anlaşılması açısından
önemlidir ' denilmektedir. Baraj gölü hakkındaki arkeolojik
bilgilerin eksik ve yetersiz olması nedeniyle, inşaat
aşamasında baraj gölü alanında ayrıntılı saha çalışmalarının
gerçekleştirilmesi, incelenecek arkeolojik alanların
belirlenmesi ve su tutma başlamadan önce raporlandırılması
önerilmektedir (Özet, 11).
Benzer durum taşıma işlemleri için de geçerlidir. ILISU HYYA
4 Nolu Master Rehber Proje adlı teknik çizim, Hasankeyf yeni
Kültürel Park Alanı genel Yerleşimini göstermeyi
hedeflemektedir. Su altında kalacak Hasankeyf kültür
varlıklarının yeni kültürel Park Alanına nasıl
yerleştirileceğinin 2013 yılındaki vizyonunu vermeyi
amaçlayan bu çizim yeterli olmaktan çok uzaktır. Artuklu
Köprüsünün yeni yerleşme ile taşınmış anıtların bulunduğu
parkı birbirine bağlayacağı ileri sürülmektedir. Oldukça
harap olan anıtların sökülerek taşınacağı belirtilmektedir.
Söküp parçalara ayırma işlemi ancak kesme taş anıtlar için
uygun bir yöntemdir. Dünyadan ünlü bir örnek olarak verilen
Abu Simbel ise çok farklı bir anıtsal oluşumdur. Doğrudan
kayaya oyulmuş olan bir anıtlar topluluğu ile küçük
sayılabilecek boyutta binlerce taştan yapılmış anıtları
taşıma tekniğinin karşılaştırılması mümkün değildir.
Hazırlanan kamulaştırma, yeniden yerleşim ve relokasyon
bütçeleri belirsiz bütçelerdir. Hasankeyf'teki tarihi
eserlerin araştırılması ve taşınması işlerinin maliyeti
olarak 30 500 000 ABD Doları, Hasankeyf dışındakiler için
araştırma ve korunma maliyeti olarak 53 000 000 ABD doları
öngörülmüştür. Bu kaynakların yetmemesi durumunda dağılmış
anıtlar kaybolacak, tekrar birleştirilmeleri söz konusu
olamayacaktır.
Ortaçağda Artuklu Krallığının başkenti olduktan sonra önemi
artan Hasankeyf'in yukarı şehir olarak adlandırılan kısmının
su üstünde kalan yüksek kesimlerinin bir Arkeolojik park
olarak düzenleneceği ileri sürülmektedir. Aslında şu anda
tüm şehir bir arkeolojik park niteliğindedir ancak bu
özelliğinin gerektirdiği bekçileri, koruyucuları ve bakım
ekipleri yoktur. Birinci derece arkeolojik sit niteliğindeki
bir alanın gereksindiği araştırma, hizmet ve bakımın onun
barajdan zarar görmesi karşılığında sağlanması normal
karşılanacak bir durum değildir. Hasankeyf'in su altında
kalacak kısmında yer alan anıtların ise taşınmaları ile
kurulacak Kültürel Park sayesinde Hasankeyf'lilerin bekçilik
vb hizmetlerde iş bulacakları bir yer olacağının ileri
sürülmesi, yeni alanın işyaratma kapasitesi olan bir yer
olarak gösterilme çabası, baraj için bir gerekçe şeklinde
sunulması ise kabul edilecek bir gözükmemektedir.
Tarihi Hasankeyf'in büyük bir kısmı sular altında
kalmaktadır. Yüksek mahkemenize DSİ tarafından sunulan
raporlarda tarihi Hasankeyf'in %80 den fazlasının Ilısu
Barajı altında kalmayacağı ileri sürülmekte ise de bu doğru
değildir. Sunulan haritaların ölçeği çok küçük olduğundan,
suyun örteceği alanların tam olarak kavranması mümkün
olamamaktadır. Çok sayıda evrak sunulmasına karşın, projenin
etkilerini açıklayan kesit, görünüş türünden bir çizim
verilmemiştir. Su seviyesinin hangi yüksekliğe çıkacağı ve
bugünkü silueti ne şekilde değiştireceğine dair hiçbir sunuş
yoktur.
Açık Hava Müzesine nakledilecek olan anıtların relokasyonu
için Master Plan Rehber Çizimleri ve Genel İş Akış Şeması
ekleri ile birlikte 8 Temmuz 2005 tarihinde düzeyde
onaylanmıştır. Kültür ve Turizm Bakanı ve üst düzey
bürokratların katıldığı bu toplantıya Hasankeyf'in
korunmasıyla ilgili kararların alınmasından sorumlu bölgesel
koruma kurulunun iki üyesinin de katılması ilginçtir.
Aslında yasal süreçte Kurul tüm üyeleriyle toplanır, konuyu
tartışır ve durumu değerlendirip karar aldığında, o karar
yasal bir nitelik taşır. İki üyenin karara katılmış olması
Kurul adına bağlayıcı olamaz. Nitekim halen yetkili Kurul
anıtların taşınması kararını almış değildir.
Taşıma için öngörülen program, Hasankeyf'in doğal öğelerle
çevrilen, görkemli vistalar sunan bir arkeolojik park olma
özelliğini yansıtmaktan çok uzak bir program kapsamında ele
alınmıştır. Aşağı şehirde su altında kalacak olan en önemli
anıtların (El Rızk, Koç C. Sultan Süleyman C. Kızlar C.,
Küçük C., Zeynel Bey Türbesi, İmam Abdullah Zaviyesi,
Artuklu Köprüsü ) mevcut şehrin 2 km kuzeyindeki Mohar ve
Gelepür tepelerine kurulacak olan yeni Hasankeyfte yeni
arazinin sunduğu topoğrafyaya bağlı olarak bir park içinde
yeniden birleştirilmesi önerilmektedir. Şu anda öneri bir
şematik plan halindedir. Ölçekleri 1/5000, 1/ 8333 ve
belirsiz olan planlarla büyük bir proje, kamulaştırma ve
benzeri işlemleri gerçekleştirmeye yarayan yasal bir belge
haline getirilmeye çalışılmıştır.
Taşıma işleminin Türkiye'de ve dünyada bu hususta
uzmanlaşmış uzmanlar yönetiminde Hasankeyf Yeni Kültürel
Park Alanına taşınacağı ve yerleştirileceği ileri
sürülmektedir (C.I, Hasankeyf Gerçeği, s.20/27). Bu karmaşık
ve çok önemli projenin ayrıntılarına girecek, inceliklerini
düşünecek zaman ayrılmamıştır. Bu işleri yapmak için yedi
yıl olduğu ileri sürülmektedir. Ancak baraj inşaatı
başladıktan sonraki hızlı çalışma süreci içinde, anıtların
taşımaya hazırlanması, sökülmesi, paketlenmesi, taşınması ve
tekrar birleştirilmesi için şimdiden tanımlanmış projeler
yoktur. Projelerin öncelikleri, uygulama yöntemi
belirlenmemiştir. Zaman daraldığında, aceleyle kolay
çözümlere gidilmesi ihtimali artabilir. Bu durumda anıtlar
adeta bir kader kurbanı durumuna gelebilir, işlemler
basitleştirilerek, ne kadar olabilirse şeklinde
değerlenebilir. Şansa bırakılan durumlarda kayıpların
artması kaçınılmaz olacaktır.
Ilısu Projesi yaratacağı olumsuz çevresel etkiler bakımından
A Kategorisi'ne girmektedir, yani kötü çevresel etkiler
yaratma potansiyeli yüksektir (Österreichische Kontrollbank
Aktiengeselschaft'ın 2 Şubat 2006 tarihli mektubu) . Doğal
peyzaj tanınmaz bir şekilde değişecektir. İnsanlık tarihinin
en önemli su kaynaklarından olan Dicle içinde yirmiden fazla
adası olan bir göle dönüşecektir (Özet 12). Düşük su
seviyesinde erozyon lekelerinin ve sürülmenin etkilerinin
olumsuz görsel etkilere neden olacağı şimdiden ifade
edilmektedir (Özet 12). Tarihi Hasankeyf kentinin tepesinden
göle bakış, artık karşıda Zeynel Bey Türbesini, Dicle'nin
dik yamaçlı kayalık karşı yakasını, tarihi köprüyü, Rızk
Camii minaresini görmeyen bir bakış sunarak, bu duruma neden
olan projenin lanetlenmesine neden olacaktır. Çeşitli
vesilelerle ileri sürüldüğü gibi, Hasankeyfin büyük bir
bölümünün su altında kalmasından sonra turizmin artması söz
konusu olamaz. Hiçbir doğasever, kültür varlığı meraklısı,
bu acı sahneyi, insanlık dramını görmek için buraya gelmeyi
istemeyecektir.
Ilısu Projesinin doğal ve tarihi çevreye yapacağı etkiler
ciddi hasarlara neden olacaktır. Bayındırlık, kalkınma
projesi adı altında yapılmak istenen müdahaleler geriye
dönüşü olmayan kayıplara neden olacaktır. 1981 yılında sit
alanı ilan edilen ve halen yasal koruma altında bulunan
Hasankeyf'in bazı öğelerinin kesilip parçalara ayrılarak
başka bir yere taşınması, kesilen, sökülen anıtların tarihi
ve estetik değerlerini zedeleyecek çoğunun kopyalarının
üretilerek Kültür Parkı adını alan 'anıtlar mezarlığı'
içinde sergilenmesiyle sonuçlanacaktır. Taşınmayan anıt
kalıntıları, parçaları, kentin taşınmaz yapısı bu süreçte
önemli görülmemektedir. Taşınacak anıtların seçiminde hangi
kriterlere göre davranıldığı belirtilmemiştir. Oysa bir sit
tüm öğeleriyle anlamlı bir bütündür ve parçaları ayrılarak
seçmece bir şekilde taşındığında artık eski kentten söz
etmek mümkün olamayacaktır. 9 Mayıs 2006 tarihinde DSİ,
Kültür ve Turizm Bakanlığından, Hasankeyf sit alanının göl
alanı altında kalacak olan tarihi ve kültürel varlıklarının
yeni yerleşim alanlarına taşınması konusunda gerekli izin ve
onayların verilmesini istemiştir
(B.15.1.DSİ.0.18.03.00/764). Bu izin henüz sağlanmamıştır.
Davamız bu açısından da ivedi ve önemlidir. Hasankeyf
anıtlarının ölüm fermanı imzalanmadan, geçici tedbir kararı
alınması gerekir.
Saygılarımızın kabulünü arz
ederiz. 15.01.2007/Türkiye
Profesör Zeynep Ahunbay
Profesör Metin Ahunbay
Profesör Oluş Arık
Özcan Yüksek
Avukat Murat Cano