Baraj Çılgınlığı

Ali YAMAÇ

Bugün Fırat Nehri'nin Türkiye sınırları içindeki doğal akış uzunluğu hemen hemen 50 km kadardır. Şaşırdınız mı? Şöyle açıklayayım: Keban Barajı'nın gölü, Fırat Nehri'nin ilk kaynaklarını aldığı Elazığ, Erzincan ve Tunceli il sınırlarına kadar uzanmaktadır. Bu barajın altında yer alan Karakaya Barajı'nın gölü ise hemen hemen Keban Barajı'nın gövdesine dayanmaktadır. Aynı sahne bir sonraki baraj olan Atatürk Barajı'nda tekrarlanır; onun gölü de Karakaya Barajı'nın gövdesine kadar uzanır. Bir sonra gelen Birecik Barajı'nda ve Kargamış Barajı'nda da aynı durum söz konusudur.

Dolayısıyla bugün artık Türkiye'de bir “Fırat Nehri”nden bahsedebilmemiz mümkün değildir. Süleyman Demirel'in 40 yıl önceki rüyası gerçek olmuş ve Fırat Nehri yok olmuştur. Kuzeyden güneye 600 km uzunluğunda bir alan artık tamamen “Göller Bölgesi” haline gelmiş, iklim değişmiş, insanlar taşınmış, yeni yollar ve köprüler inşa edilmiştir.

Aynı sahne yakın bir tarihte Çoruh nehri için tekrarlanacaktır. Hem de 11 barajla! Bu nehirde barajlar arası uzaklıklar Fırat kadar fazla olmadığına göre, herhalde bir göl arkasında kalan barajı boğmasın diye tümünün birden savak kapaklarını sürekli açık tutacaklar.

Bu arada, Atatürk Barajı'ndan su aktaran Urfa Tünelleri kullanıma açılmış ve güneydeki çorak topraklar ilk defa su ile tanışmışlardır. Harran Ovası sulanmaya başlanmış, bu topraklara “medeniyet” gelmiştir. Milyonlarca yıldır su yüzü görmemiş bu topraklarda suyu “bol bulan” köylümüz sayesinde yüzeyin altındaki tuz tabakası toprak üstüne çıkmış ve tarım mahvolmuştur. Tabii böylesi komik bir durumda artık “tarım politikası”, “toprak reformu” gibi lüzumsuz konuların gündeme getirilmesi dahi gereksizdir.

Kullanım ömrü, nehrin taşıdığı alüvyon miktarına bağlı olarak, 40 ila 60 yıl arasında değişen böylesi bir nesne için doğayı, kültürel dokuyu yok ediyoruz. Arkamızdan gelecek kuşakların, günü kurtarmaya yönelik bu politikalarımız sonunda yarattığımız kalıcı tahribatı görünce hakkımızda neler diyeceklerini düşünmek dahi istemiyorum.

Türkiye'de, belki de dünyada görülebilecek en ilginç baraj ise, Kızılırmak üzerinde inşa edilmiş olan May Barajı'dır. İlginçliği boş olmasından gelir, çünkü barajın tamamlanmasından sonra nehir kendine başka bir yol bulmuştur. Barajın, nehrin bu uygunsuz davranışı karşısında yapabileceği hiçbir şey yoktur. Projede çalışan tüm jeolog ve mühendislerin olağanüstü bir işbirliği içinde ortaya koydukları bu mühendislik abidesi tüm takdirlerin ötesindedir.

Türkiye'de bugün küçüklü büyüklü tam 142 adet hidroelektrik santralı var. “Hidroelektrik santralı” bilimsel açıklaması ile “Hidrotürbinden akan suyun jeneratörü döndürmesiyle elektrik üreten santral”dır. Bu 142 adet santralın ufak bir kısmı nehirlerin akışını bozmadan, suyu bir tünelle türbinlere aktaran “Nehir hidroelektrik santralı” olmalarına karşın büyük bir kısmı su tutan, baraj tipi santrallerdir.

Bu 142 santralden bugün “teorik olarak” 45.930 GWh elektrik enerjisi üretilmesi gerekiyor. Tabii, teorik olarak. Barajlar ortalama %40-45 kapasite ile çalışıyorlar, o ayrı. Bu elektrik enerjisi ise Türkiye enerji arzının sadece %35'i. Geri kalanı termik, doğalgaz, petrol vs.

Geliyoruz daha dehşet bir konuya: Önümüzdeki 20 yıl içinde hidroelektrik santral sayısının 747 (evet, yazı ile yediyüzkırkyedi!) olması planlanmakta. Buradan elde edilecek elektrik ise yine “teorik olarak” 129.907 GWh. Tüm bu sayılar bir şaka değil, DSİ nin resmi açıklaması. Bu ilave 605 baraj ve türbin için Türkiye'de nehir kalıp kalmadığını ise size ben söyleyebilecek durumda değilim, herhalde vardır, büyüklerimiz bizden daha iyi bilirler.

Ve hala daha elde edilen enerji Türkiye'ye yetmiyor. Kişi başı elektrik kullanımında dünyanın gelişmiş ülkelerinin altındayız ve bu kadar barajın enerjisi, ki bunlar toplamın sadece % 35'i olmalarına rağmen, yetmiyor. Halbuki gelişmiş ülkelerin hidroelektrik üreten baraj sayıları bunun altında.

Peki neden bu kadar baraj yapılmasına rağmen üretilen enerji yeterli değil?

Cevabı bilenler arasından yapılacak çekilişte, kazanan okurumuza Atatürk Baraj Gölü altında kalmış Samsat Höyüğü hediye edeceğiz. Ve işte cevap: Elektrik telleri! Evet, elektrik telleri, yani teknik ismi ile “interkonnekte sistem”. Bugün Türkiye'de baraj santrallarından ana istasyonlara elektrik aktaran bu sistemler o denli eskimiş durumda ki, aynı miktarda enerji sağlamak için her yıl yeni birkaç baraj daha inşa etmek gerekiyor. Şebeke kaybı ve kaçakların üretilen elektriğe oranı nerede ise %25'lere ulaşmış durumda. Sadece kaçağın bugünkü değeri yıllık 1,5 milyar USD dir. Şebeke kaybı da bir o kadar.

Ne komik bir enerji politikası değil mi? Teller eskidiği ve kayıplar arttığı için devamlı yeni barajlar inşa ediyoruz. Yani, bir başka anlatım ile, doğudan batıya su taşımaya çalıştığımız boru delik deşik ve biz, gelen su azaldıkça, boruyu onarmak yerine içine daha fazla su basmaya çalışıyoruz. Bunu yaparken de ekonomik ömrü son derece kısıtlı barajlar için bu ülkenin geçmişini, kültürünü, coğrafya ve iklimini altüst etmekten çekinmiyoruz. “Günü kurtarma” nın milyarlarca dolarlık şekli bu olsa gerek.

Tabii, bu arada gelişmiş ülkelere de haksızlık etmeyelim. Evet, Almanya veya İngiltere'nin hidroelektrik santral sayısı daha az ama bu ülkeler, enerji ihtiyaçlarını sadece hidroelektrik santrallarına dayamış değiller; nükleer, termik ve doğalgaz santrallarını da yaygın olarak kullanıyorlar, kayıp oranları % 8 ve baraj kapasiteleri % 80 civarında.

- Şart mı baraj yapmak?
- Neden Türkiye'nin ürettiği enerji, bu kadar yatırıma rağmen, hala yeterli değil?
- Sorun verimliliğinin yetersizliği mi, aktarımdaki veya kullanımdaki kaçaklar mı, yoksa “d” şıkkı, “Hepsi” mi?
- Başka bir sistem veya yöntemle aynı miktar enerji sağlanabilir veya tasarruf edilebilir mi?
- “Baraj Yapılmasın” demiyoruz ama yapılırken daha iyi planlayamazlar mı?


Kaynak:
TAY Projesi/TAY Project
Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri