Hasankeyf’teki
5000’inden fazla mağara, çevresindeki 200’ün üzerinde henüz altında ne
olduğu dahi bilinmeyen höyük, Hasankeyf’te henüz 13. yüzyıldan
öncesine ait kazı çalışması yapılmadığı için altında binler yıl
öncesinden kalan ve ne olduğu bilinmeyen tarih bir şafak vakti kenti
yutarcasına sular altında kalacak! Hem de çok yakında…
“Evet!
Burada olan benim.
Sen insan!
Suyumdaki maceran elbet buluşacak
gerçek olanla…
Oku,
anla taşımdaki adımı!...
Anla ki,
binyıl sonrası kimsesiz kalmasın.
Biliyor ve inanıyorum.
Benim ismim
Allianoi,
(Hasankeyf)
(ya da diğer antik kentler)…”
İffet DİLER
Kadim Dicle Nehri yanı başında yükselen sarp kayalık üzerine kurulmuş
olan Hasankeyf adı; kimi kaynaklara göre Arapça, kimi kaynaklara göre
de Süryanice olan ve "sarp kaya", “kaya kale” anlamına gelen "Hısn
Keyfa" dan geliyor. Binyıllardır aynı isimle anılıyor, "Hısn Keyfa" ya
da "Hasankeyf". Nerdeyse 12 bin yıldan bu yana bilinen bir yerleşim
yeri. 9 bin yıldan bu yana Mezopotamya medeniyetlerinin vazgeçilmez
kenti. Bizans’ın doğudaki kalesi, İslamiyet dönemi’nin paylaşılmaz
başkenti. Ve Osmanlı’yla birlikte günden güne yitirilen bir Hasankeyf.
Bilinir ki; Dicle Nehri, Elazığ yakınlarındaki Hazar Gölü'nden çıkar.
Ancak esas kaynağını, Diyarbakır’a bağlı Dicle ilçesi yakınlarında
bulunan bir mağaradan çıkan ve debisi oldukça yüksek bir su
kaynağından alır. Dicle’nin Nehir haline geldiği bu mağaranın ağzından
itibaren Basra Körfezine kadar olan akış güzergahı, inanışa göre
Danyal Peygamber tarafından çizilmiştir. Rivayete göre, tanrı Danyal
Peygambere gönderir, “Elindeki asa ile suyun çıktığı mağaranın
ağzından itibaren başlayarak bir çizgi çiz, su arkandan gelir. Ancak,
yetimlerin, dul kadınların, fakirlerin, yoksulların ve vakıfların
malına ve mülküne yetiştiğin zaman, güzergahını değiştir ki su bunlara
zarar vermesin.” Danyal Peygamber, bu tanrı buyruğuna riayet ederek,
Dicle Nehri’nin güzergahını çıktığı noktadan itibaren, asası ile Basra
Körfezi'ne kadar çizer. Suyun akışı bazı yerlerde yukarda belirtilen
özelliklere sahip mal ve mülklere isabet ettiği zaman, Danyal
Peygamber buyruğa uygun olarak suyun yönünü çorak ve verimsiz bir
alandan geçecek şekilde değiştirir. Bu nedenle Dicle Nehrinin, çıktığı
yerden itibaren Basra Körfezi'ne kadar olan akış güzergahının birçok
yerinde zikzaklar ve menderesler vardır. Bu nehir üzerindeki
kıvrımların çok oluşu ve hiç kimseye zarar vermeyecek şekildeki
akışında bir Peygamber elinin bulunması inancı hakimdir. Bu nedenle
Dicle Nehri, her zaman ve her devirde kutsal bir nehir olarak
değerlendirilmiştir.
İşte Dicle Nehrinin en gösterişli kanyon görüntüsünün olduğu vadi
Hasankeyf’e denk düşer.. Adeta coğrafyasıyla örtüşmek adına birbirini
tamamlamıştır bu şehrin eserleri. İşte o eserlerden bir kısmı:
Hasankeyf Kalesinin eski çağlardan beri yerleşim yeri olarak
kullanıldığı mağara yapılardan anlaşılmaktadır. Ancak kale olarak
kullanılmaya başlanması daha çok Bizanslılar dönemine denk düşer.
Yekpare taştan olması nedeniyle çok korunaklı olması, üzerinde birkaç
tarihi eserin olması, gizli yollarla nehre inilmesi ve kaleye çıkan
yol üzerindeki zarif, muhteşem taş kapısıyla dikkatleri çekmektedir.
Kaleye doğudan merdivenli bir yolla ulaşılır. Bu yol, hemen başında
bulunan oyma taşlardan yapılmış kitabeden anlaşıldığı kadarıyla
Eyyübilere aittir.
Kalenin kuzeydoğu ucunda dev bir kule gibi yükselen Küçük Saray yer
alır. Kalenin dikkate değer özelliklerinden biri de, gerek Artuklular
gerekse Eyyübiler döneminde buraya su çıkarılmış olmasıdır. Asırlarca
kale bu su ile hayat bulmuş. Bu suyun kesildiği olağanüstü zamanlarda
kalenin kuzeyinde yer alan merdivenli yollarla nehirden su alınmış.
Kalenin sarp ve mukavim olması nedeniyle silah zoru ile ele
geçirildiği hiçbir kayıtta yazılmıyor.
Tarihi kaynaklarda Hasankeyf köprüsünün 1116 tarihinde Artuklu
Fahrettin Karaaslan tarafından yaptırıldığı yazılı. Ancak Hasankeyf
638 yılında Müslümanlarca fethedildiği sırada da bir köprüden
bahsedilmektedir. Bu nedenle köprünün antik bir temel üzerinde
yapılmış olması sürpriz olarak sayılmamalı. Kemer açıklılıkları
itibariyle ortaçağda yapılan taş köprülerin en büyüğüdür. Ortadaki
büyük kemeri taşıyan iki orta ayağın arasındaki açıklık 40 metredir.
Doğu ve batıdaki küçük kemerler dışındaki ortadaki büyük kemerler
şimdilerde tamamen yıkılmış durumdadır. Araştırmalara göre köprünün en
büyük kemerinin ortası ahşaptanmış! Düşman şehre saldırdığı zaman bu
ahşap kısım yerinden kaldırılır, düşmanın şehre girişi engellenirmiş.
Bu özellik köprünün ömrünü kısaltmış. Köprünün önemli özelliklerinden
biri de orta ayakları üzerinde yer alan ve on iki burcu simgelediği
tahmin edilen figürlerdir. Bir ikisi dışında tahrip olmuş ve şekil
olarak ne ifade ettikleri anlaşılmaz hale gelmiştir. Köprünün ne zaman
yıkıldığı ise bilinmemektedir.
Dicle nehrinin doğusunda köprü ayağına yakın bir mevkide El Rızk Camii
yer alır. Portal girişindeki kitabeden eserin, 1409 yılında Eyyubi
Sultanı Süleyman tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Bugün
camiden sadece minare sağlam kalmış. Kısmen yıkılmış portal giriş
kapısında yer alan kitabenin altında bitkisel süsler arasında Allah’ın
doksan dokuz ismi yazılmış. Camiin önemli özelliklerinden biri de cami
minaresinin çift yollu olmasıdır. Çift yolla ilgili bir de efsanesi
vardır.
Bir başka camii Sultan Süleyman camiidir. Minare şerefeden itibaren
bilinmeyen bir tarihte yıkılmış. Minare, kuşaklara ayrılmış, kuşaklar
farklı bitkisel süslerle bezenmiştir.
Sultan Süleyman Camii doğusunda yer alan bir diğer camii Koç Camiidir.
Genel özelliklerinden, alçı süslemelerinden Eyyübiler’e ait olduğu
sanılmaktadır. Yer yer sökülmesine rağmen Hasankeyf’te en canlı alçı
süslemelere sahip bir eserdir. Kitabesi olmadığından kesin olarak
kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir.
Suyun karşı tarafında Zeynel Bey Türbesi vardır. Kısa bir süre
Hasankeyf’te hakim olan Akkoyunlular’a ait tek eserdir. Akkoyunlu
hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Bey’e ait olduğu üzerindeki
kitabeden anlaşılmaktadır.
Kaledeki Ulu Cami Eyyubiler’in Hasankeyf’teki ilk eseridir. 1325
yılında Süryanilerden kalma bir kilise kalıntısı üzerine inşa
edilmiştir. Yapı gibi minaresi de genellikle moloz taşlardan
yapılmıştır. Minarenin kuzeyinde bulunan alçı süsleme ve kitabe
dikkate değer. Cami minberinden günümüze ulaşan ahşap kitabe, yazısı
ve oyma süsleri ile günümüze ulaşan nadir parçalarlardan biridir.
Kalenin kuzey-doğu ucunda yer alan Küçük Saray, aşağıdan itibaren
yontulmuş kaya kütlesi üzerinde inşa edilmiştir. Eyyubilerin
Hasankeyf’teki ilk eserlerinden biridir. Kuzeye bakan cephedeki
pencerenin üstünde iki aslan kabartması, bu kabartmaların ortasında
kufi levhalar yer almaktadır. Sarayın kuzey ve batı cephelerinde alçı
süslemelerin izlerini bugün de görmek mümkündür.
Kalenin kuzeyinde Ulu Camiinin altında Büyük Saray yer alır. Büyük
ölçüde yıkılmış ve göçükler altında kalmıştır. Yapının en önemli
özelliği, binadan bağımsız, giriş kapısının karşısında dikdörtgen bir
kulenin yükseliyor olmasıdır. Burası kesme taşlardan örülmüş, köprüden
olduğu gibi taşlar madeni kramplarla birbirine kenetlenmiştir.
Burasının gözetleme kulesi veya yıldırımlık görevi gördüğü tahmin
edilmektedir.*
İşte bütün bu anlatılanlar sadece değil, Hasankeyf’teki 5000’inden
fazla mağara, çevresindeki 200’ün üzerinde henüz altında ne olduğu
dahi bilinmeyen höyük, Hasankeyf’te henüz 13. yüzyıldan öncesine ait
kazı çalışması yapılmadığı için altında binler yıl öncesinden kalan ve
ne olduğu bilinmeyen tarih bir şafak vakti kenti yutarcasına sular
altında kalacak! Hem de çok yakında…
Bu yok oluşa sessiz mi kalacaksınız. Yoksa Hasankeyf’e sadakat mı
göstereceksiniz.
*htp://hasankeyf.itgo.com/ Sevgili dostum M.Masum Süer’in sitesinden
yararlanarak.
http://www.diyarbekir.net
NOT: Sayın Diken'in yukarıdaki yazısı http://www.gelawej.com adlı
internet sitesinden alınmıştır.
|
|
|