Barajın pençesinde bir yalnız tarih
HASANKEYF
Hazırlayan:
Nurhak Yılmaz
Kavimlerin paylaşamadığı bir kent
Antik kent Hasankeyf'te, 4 Ağustos 2006 tarihinde çevreciler,
belediye başkanları, sivil toplum örgütleri aktivistleri ve
yurttaşlardan oluşan 8 bin kişi, 'Hasankeyf'ime dokunma!' sloganı
ile sabaha kadar 'nöbet' tuttu. O gecenin sabahı ise Başbakan Tayyip
Erdoğan, Hasankeyf'e kuşuçumu 40 kilometre uzaklıkta bulunan
Mardin'in Dargeçit ilçesine 15 kilometre uzaklıktaki Ilısu köyünde,
balonlar ve konfetiler eşliğinde bir barajın temelini attı. İki
eylemin birbiriyle hayati bağı vardı. Birinin inşaası, diğerinin
yıkımı ve yok olması anlamını taşıyordu. Ilısu'da temeli atılan
barajın suları, binlerce yıllık tarihi ile birlikte Hasankeyf'i
yutacaktı.
5 Ağustos'u izleyen günler ve aylarda antik kentle ilgili hummalı
bir koşuşturma, görüşme trafiği ve eylemler dizisi yaşandı. Aslında,
ne Ilısu Barajı yeni bir projeydi, ne de baraj karşıtı mücadele yeni
başlıyordu. Proje geçmişi 50 yılı aşan ve 'yılan hikayesi'ne dönen
barajın zehirleyeceği tarih, doğa, kültür ve 10 binlerce insanı
koruma mücadelesi de, en az bu kadar eskiye dayanıyordu. 1954
yılında çizilen projenin hayata geçirilmesinde, 52 yıl sonra atılan
temel önemli bir süreç başlatırken, 'Baraja hayır' diyenler de bu
süre içerisinde önemli bir kitlesellik düzeyine ulaşmıştı. Çevre ve
kültürel miras kavramlarının önemsenmediği bir dönemde alınan karara
karşı verilen mücadele, Hasankeyf'in bir dünya mirası olduğu
gerçeğini ortaya çıkarmış ve 50 yıl ömür sürecek barajın değerinin,
bu miras ile kıyas bile kabul etmeyeceği kamuoyunca da anlaşılır
olmuştu... Hazırladığımız dosyada, Hasankeyf neden önemli?
Hasankeyf'in arkeolojik ve kültürel değeri ne? Hasankeyf kime ait?
Ilusu Barajı hangi aşamalardan geçerek bugüne kadar geldi? Barajı
kim istiyor, kim istemiyor? Ilısu neyi yok edecek? Baraj istihdam ve
kalkınma amaçlı mı, siyasal bir proje mi? Baraja alternatif var mı?
Barajdan sonra ne olacak? sorularını sorduk ve yanıtlarını, tarihi
belgeler, konunun ilgilileri, uzmanları ve mağdurlarından aldık.
Birçok ismi bulunuyor
Medeniyetin beşiği olarak bilinen Verimli Hilal veya Yukarı
Mezopotamya'nın stratejik kalesi Hasankeyf'in ilk konuklarının
kimler olduğu bilinmiyor. Antik kentin üzerine kurulduğu kaya
kütlesinin, Dicle Nehri ve onunla birleşen çevredeki küçük
akarsuların 100 binlerce yıllık aşındırması sonucu meydana geldiği
tahmin ediliyor. Hasankeyf'in tarihi belgelerde geçen ismi ise,
burada yaşayan topluluklara göre değişiklik gösteriyor. Süryanice
kaynaklarda 'Hesna Kepha' olarak geçen ismindeki 'Kepha'
kelimesinin, Süryanice'de 'kaya' anlamını taşıyan 'kifo'dan geldiği
tahmin ediliyor. Arapça'da ise 'Hisn Kayfa' olan şehrin adı 'kaya
hisarı' diye tercüme ediliyor. 'Hisn Kayfa' adı sonradan
kısaltılarak 'Hisn Kayf' olmuş, Osmanlı egemenliği altında ise 'Hasankeyf'
halini almış. Katip Çelebi ise, buraya 'Ra's al Gul-Gülün başı'
denildiğini yazıyor. İsme ilişkin yapılan 'Hasan'ın keyfi' veya
'hüsnü keyif' yorumları ise itibar görmüyor.
'Kayalıların' meskeni, paylaşılamayan kale
Antik kentin çevresindeki 6 bine yakın mağara, insanın ilk yaşadığı
yerlerden biri olduğunu gösteriyor. Bir sığınak olduğu tahmin edilen
antik kentin bilinen tarihi, M.Ö. 8. yüzyıla dayanıyor.
Mezopotamya'ya hakim konumu, içinden Dicle Nehri'nin geçmesi, yukarı
kale bölümünün uçurumlarla çevrilmesi ve savunmaya elverişli
mağaralarıyla Hasankeyf'i, fiziki gücün hakim olduğu çağlarda,
kavimlerin paylaşamadığı bir yer haline getirdi. MS ilk yüzyıllarda
Hasankeyf, Bizanslılarla Sasaniler arasında zaman zaman el
değiştirdi. 4. yüzyılın ortalarında Hasankeyf'e sağlam bir kale
yapan Bizanslılar, 7. yüzyıl başlarına kadar buraya egemen oldu.
Hasankeyf Ortaçağ'da da stratejik ve askeri önemini korudu.
Müslümanlar Hasankeyf'i, Hz. Ömer döneminde, 638 yılında ele
geçirdiler. Halifeler dönemi ardından sırasıyla Emeviler, Abbasiler,
Hamdaniler, Mervaniler, Artuklular, Eyyubiler ve Osmanlılar hakim
oldu. Hasankeyf tarihi önemini MS 1101 yılında buraya hakim olan ve
130 yılı aşkın bir süre başkentlik yaptığı Artuklular döneminde
kazandı. O dönem ticaretin önemli bir kısmının nehir yoluyla
yapılması nedeniyle, Hasankeyf de Ortaçağ'ın Bağdat ve Şam gibi
önemli şehirlerinden biri haline geldi. Artukluların buradaki
hükümranlığına 1231'de son vererek Hasankeyf'i ele geçiren Eyyübi
Kürtleri, 1260'ta Moğol istilası ile karşılaştı. Moğollar, şehri
harabeye çevirdi. Eyyubiler, 14. yüzyılın başlarından itibaren
Hasankeyf'i yeniden imar etmeye başladı. Birçok eserde imzası
bulunan Eyyubiler döneminde tarihinin en parlak dönemlerinden birini
yaşadı. 16. yüzyılda kısa süreliğine İran Safevilerinin eline geçse
de, 1516'da Osmanlı topraklarına katılan şehrin gerilemesi de bu
dönem başladı. Osmanlıların ilgi göstermediği kent, tarihi önemini
kaybetti.
Yüzlerce eser onlarca kültür
Kenti onlarca kavmin ya da insanlığın ortak mirası haline getiren
şey, doğal yollardan oluşmuş mekanlar ve insan elinden çıkmış
eserlerin birlikteliği. Eserlerin her şeye rağmen bir arada ve ahenk
içerisinde bugüne kadar kalmalarının en önemli nedeni ise, burayı
ele geçirenlerin, kendilerinden önceki yapıları yıkmadan, yanına
kendilerine ait eserler yapmaları, yine bu eserleri yenileyip kendi
medeniyetlerine ait motiflerle süslemeleri. Hasankeyf, kalenin
bulunduğu alanda yer alan Yukarı Şehir, Dicle'nin güneyindeki
teraslara yayılan Aşağı Şehir ve Dicle'nin kuzeyindeki teraslarda
bulunan kent alanları ve mahalleler olmak üzere, 3 ana bölüme
ayrılıyor.
İhtişamlı ve gizemli kentte bulunan ve sırrı hala çözülmemiş 6 bine
yakın mağaranın dışında insan eliyle yapılmış eserlerin her biri,
kendi döneminin kültürü, yaşamı ve mimarisine ışık tutuyor. Dev kaya
kütlesi üzerinde bulunan Kale, Kaledeki Eyyubilere ait Ulu Cami,
Büyük Saray ve Küçük Saray, tam olarak bilinmese de yapım tarihi
Asurlular dönemine dayandırılan Taş Köprü, Eyyubi Sultan Süleyman
tarafından yaptırılan El-Rızk Camii, Sultan Süleyman Camii,
Eyyubilere ait Koç Camii, Hasankeyf'in sembollerinden ve
Akkoyunlulara ait tek eser olan Zeynel Bey Türbesi bu eserlerin
başlıcalarını oluşturuyor. Hasankeyf'te ayrıca kime ait olduğu
bilinmeyen tarihi kaya mezarlar, kaya evler, Ortaçağ'a ait 3
üniversitenin kalıntıları, kiliseler, gizli geçitler, kale ve kentin
genelinin su ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılan su yolları,
yörede yakın zamana kadar tüm bölge buğdayının öğütüldüğü 30'u aşkın
kayaya oyulmuş değirmen, eyvanlar ve kaleden Dicle'ye inmek için
kullanılan ve kayaların yontulmasıyla oluşturulmuş 200 basamaklı
merdiven bulunuyor. Hasankeyf, Hıristiyanlık ve İslamiyet açısından
da önemli bir merkezdi. Tarihte başpiskoposluk olarak rol oynayan
antik kentte yapılan camiler de, İslami dönemde Yukarı
Mezopotamya'da inşa edilen ilk İslami eserler. 2 bin yıllık geçmişi
olan eserlerin dünyada benzerleri bulunmuyor.
İki büyük yıkım ve diğerleri...
Hasankeyf, 1. Dünya Savaşı sırasında tam bir harabeye dönüştü. Ancak
Moğol istilasından sonraki en büyük ikinci yıkımını Cumhuriyet
döneminde yaşadı.
1966'da dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın yolu Hasankeyf'e
düştü. Hasankeyf'te Antik dönemden beri halkın görkemli mağaralarda
yaşıyor olmasını fakirlik belirtisi sayan Sunay, 'Bu devirde
mağarada insan mı yaşarmış' diyerek, burada betonarme ev yapılması
talimatını verdi. İhaleyi alan firma, tarihi eserlerle dolu bir
alanı dozerlerle yerle bir ederek, üzerine bugünkü 40 metrekarelik
beton evleri inşa etti.
Yorgun eserler her gün dağılıyor
Dicle kıyısından dik olarak 100 metre kadar yükselen kayalık
üzerinde yer alan Yukarı Kent'e çıkan ve yazılı belgelerde yer alan
7 kapıdan bugün sadece ana kapı ayakta. Kale üzerinde bulunan Büyük
Saray büyük ölçüde yıkılarak göçük altında kalmış, Küçük Saray bugün
yıkılma tehlikesi bulunan eserlerden biri. Yine El-Rızk Camii'nin
bugün sadece minaresi ve ön giriş kısmı sağlam kalmış durumda.
Minaresine çıkan çift yolu nedeniyle cami bir mühendislik harikası
olarak değerlendiriliyor. Sultan Süleyman Camii'nin minaresi
şerefeden itibaren bilinmeyen bir tarihte yıkılmış. Türkiye'de başka
bir örneği bulunmayan Zeynel Bey Türbesi'nde (külliye) çok büyük bir
tahribat oluşmuş. İpek Yolu'na geçit vermesi nedeniyle Hasankeyf'in
önemine çok büyük katkıları bulunan ve dünyanın en büyük taş köprüsü
olarak bilinen Taş Köprü'den ise geriye sadece iki ayak kalmış.
Ya toprak altında bulunanlar?
Hasankeyf'te toprak altında da önemli eserlerin bulunduğu tahmin
ediliyor. Katman katman üzerine kurulu olan antik kente ait birçok
eserin de, şu anki yerleşim yerinin altında 3 veya 4 katman olarak
bulunduğu biliniyor. Burada da kazı çalışması yapılabilmesi ve
evlerin kaldırılması için kamulaştırma çalışması yapılması
gerekiyor. Son 2 yılda açıkta bulunan yerlerde kazı çalışmalarına
hız verilmiş olsa da, kazının tamamlanabilmesi için kimilerine göre
70, kimilerine göre 100, hatta 200 yıl gerekiyor. Ilısu Barajı'nın
Hasankeyf dışında sulara gömeceği tarihi yerler ise, kamuoyunca çok
fazla bilinmiyor. Oysa çevreciler ve arkeologların üzerinde en fazla
durduğu konulardan biri bu. Barajın etkileyeceği alanda 37 bin 750
hektarlık bir alanda arkeolojik araştırma yapılması gerekirken,
1988-1991 yılları arasında yapılan araştırmalarda bu alanın sadece 7
bin hektarlık bölümü incelendi. İncelenen alan içerisinde ise 300'ü
aşkın arkeolojik alan tespit edildi. Bunlardan 83'ü projeden
doğrudan etkilenirken, diğer alanlar baraj gölünün aşındırma ve
erozyon etkilerine açık olacak.
Bilimsel kaynaklara göre, ilk aletli tarımın yapıldığı, aynı zamanda
baraj sularıyla kaplanacak Dicle kenarındaki alanda gizli olan 100'e
yakın höyük, Kalkolitik Çağ'a, Tunç Çağı'na ve en önemlisi Neolitik
Çağ'a ait birçok bulguya ulaşılabilmesi açısından çok önemli.
İlkçağlardan itibaren yerleşim alanı olarak kullanılan bölgede aynı
zamanda İran, Arap Yarımadası, Kafkaslar ve Anadolu arasındaki
geçişi sağlayan çok sayıda geçit bulunuyor. Barajın yapılması
durumunda insan türünün kökenleri, tarımın başlangıcı ve çok sayıda
medeniyetin ayak izleri ve maddi varlıklarına dair olağanüstü
kanıtlar da sular altında kalacak. Barajın su altında bırakacağı
höyükler ve arkeolojik alanlardan en fazla bilinenleri şunlar: 'Kortik
Tepe, Çayönü, Halan Çemi, Nevala Çori, Griki Haciyan, Tıl Huzır,
Türbe Höyük, Yenice, Hakemi Use Tepe, Ziyarettepe, Kenan Tepe, Salat
Tepe, Aşağı Salat, Gre Cano, Müslüman Tepe, Gre Dımse, Gre Keleke,
Şahin Tepesi, Kavuşan, Salat Cami Yanı, Yukarı Salat ve Hirbe Merdon.'
Doğuştan 'sakat' bir proje
Türkiye'nin su kaynaklarından elektrik enerjisi üretilmesi için
1936'da Mustafa Kemal'in talimatı ile Elektrik İşleri Etüd İdaresi
kuruldu. İdare, 1950-1960 yılları arasında Fırat ve Dicle üzerinde
sondaj çalışmalarına ağırlık verdi. Yeni ihtiyaçlar ortaya çıkınca
da 1954'te Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) kuruldu. Böylece
havza çalışması yapılması fikri oluşurken, Türkiye 26 havzaya
ayrıldı. Daha sonra bu havzalarda sulama ve enerji potansiyelinin
belirlenmesi çalışmaları yürütüldü. 1980 yılında ise Fırat ve
Dicle havza projeleri, 'Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP)' diye
adlandırılarak benimsendi. 9 ili kapsayan GAP, bir dönem siyasi
iktidarların sahiplenmek için yarıştığı bir projeydi. Süleyman
Demirel'in 'GAP'ı gaptırmam' sözü bu rekabeti akıllarda tutan bir
söylemdi. Paylaşılamayan GAP ile 'kurak topraklar suya kavuşacak,
elektrik açığı kapanacak, işsizlik bitecek'ti. Ancak hiçbir vaat
yerine gelmedi. Ilısu Barajı da GAP çerçevesinde inşaası planlanan
22 barajdan biri olarak ortaya çıktı. DSİ, 1954 yılında
hazırlamaya başladığı projenin bir bölümünü 1982'de tamamladı.
Yüzde 35 verimle çalışabilecek
Yaklaşık 50 yıl önce hazırlanan projeye göre barajın temelden
yüksekliği 138 metre, maksimum su kotu 526,82 metre, toplam gövde
hacmi 44 milyon metreküp, rezervuar hacmi ise 11 milyar metreküp
olacaktı. Kurulu gücü 1200 Megawatt (MW) olacak barajın üreteceği
enerji miktarı 3,8 GWh olarak belirlendi. Bu verilerden yola
çıkılarak yapılan değerlendirmelerde, barajın yüzde 35 verimle
çalışacağı ortaya çıktı. Proje bu haliyle incelendiğinde, aynı
kapasitedeki barajların yarısının da altında enerji üretecek
olması, sadece teknik açıdan bile bakılsa projeyi baştan 'sorunlu'
bir hale getiriyordu. Tamamlanması durumunda, hidroelektrik
santraller içerisinde en düşük verimli barajlardan biri olacaktı.
Bugünkü verilere göre ise, Ilısu Barajı'nın üreteceği enerji,
Türkiye'nin suyla üretilecek enerji potansiyelinin yüzde 2-2.5
arası bir bölümüne denk gelecek. Üreteceği 3.8 GWh'lik enerjinin
en iyi ihtimalle Türkiye'nin şu andaki tüketim değerlerine yüzde
1,5 civarında bir katkısı olacağı düşünülüyor. Tabii buradan elde
edilecek 'güvenilir enerji'nin 2,4 GWh olacağı görüşü dikkate
alındığında, tüketimi karşılama oranı çok daha aşağılara düşüyor.
En fazla ömrü 50 yıl sürecek
En iyimser yaklaşımla ömrü 50 yıl sürecek ve yüzde 35 gibi düşük
bir verimle çalışacak olan barajla ilgili proje 1988 yılında
yatırım programına alınırken, 1996 yılında 'yap-işlet-devret'
modeliyle ihaleye çıkarıldı. Ancak düşük verim ve yüksek maliyet
nedeniyle Türkiye'de projenin çok büyük bir talibi çıkmadı; proje
uzun süre ortada kaldı. İhaleden sonuç alınamaması üzerine dış
kredi arayışı başladı ve 20 Mart 1997'de Bakanlar Kurulu kararı
çıkarıldı. Proje yapımı, uluslararası ihaleye açılmadan İsveçli
konsorsiyum Sulzer Hydro ve Asea Brown Bowarie (ABB) Power
Generator'a verildi. Konsorsiyum projede İngiltere'den Balfour
Beatty, İtalya'dan Impregilo, İsveç'ten Sanska ve Türkiye'den
Nurol, Kiska ile Tekfen'i yanına aldı. 1998'de konsorsiyum
uluslararası kredi arayışına girdi. Aynı yıl 470 milyon Franklık
ilk kredi desteği İsviçre Hükümeti'nden geldi. İsviçre'nin bu
kredinin işlerlik kazanabilmesi için 'uluslararası gözlem heyeti'
oluşturulması şartı ise, Türkiye hükümeti tarafından 'içişlerine
müdahale' olarak değerlendirildi ve reddedildi. İsveç Sanska
şirketi bu nedenle aynı yıl ihaleden çekildi. O yıllarda
Hasankeyf'i Yaşatma Platformu çatısı altında birleşen çevreciler,
konsorsiyuma karşı mücadele başlattı. Türkiye ve Avrupa
ülkelerinde çeşitli eylemler yapan ve Avrupa kamuoyuna barajın
yaratacağı olumsuzlukları anlatan platform başarılı oldu. Ve
konsorsiyumun lideri İngiliz Balfour Beatty, baskılara
dayanamayarak 2001'de çekildi. Ayrıca, Suriye sınırına yaklaşık 45
kilometre mesafede kurulacak barajın kendilerine akacak suyu
azaltacağı kaygısı ile Suriye ve Irak, diplomatik girişimlerde
bulundu. 2002 yılına gelindiğinde konsorsiyum dağılmış, proje
durmuştu.
'Balon temel' atıldı...
Aradan 2 yıl geçtikten sonra 2004'te hükümet yeni bir konsorsiyum
oluşturdu. İkinci konsorsiyumda Türkiye'den Nurol, Cengiz,
Çelikler ve Temelsu Uluslararası şirketleri, Avusturya'dan VA Tech
(Andritz), Almanya'dan Züblin, İsviçre'den Alstom, Stucky, Maggia
ve Colencio adlı şirketler yer alıyordu. Ve Başbakan Tayyip
Erdoğan, 2003 ve 2004'te verdiği sözleri unutarak, sivil toplum
örgütlerince sonradan 'balon temel' olarak adlandırılacak temeli 5
Ağustos 2006 tarihinde törenle attı. Barajın 2013'te tamamlanacağı
açıklanırken, geçen nisan ayında 3 Avrupa ülkesi kredi teminatı
verdi. Ilısu projesinin başlangıcı 1993'ten önce olduğu için
proje, çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) mevzuatına da tabi
olmadı. Dolayısıyla barajın çevreye ve insana vereceği zarar da
görmezden gelinmiş oldu. Projenin yenilenmesine yönelik tüm
ısrarlar, proje yeni mevzuata göre onay alamayacağı kaygısıyla
kulak ardı edildi.
İlçede 50 yıllık korku
Hükümetlerin baraj yapımı için tüm yolları denediği yaklaşık 50
yıllık süre, en fazla tartışmaların odağındaki Hasankeyf ilçesi ve
sakinlerini etkiledi. Bugün göz kamaştıran görüntüsüyle dizilerde
boy gösteren Hasankeyf, 1926 yılında Mardin'in Gercüş ilçesinin
kurulmasıyla birlikte Gercüş'e bağlı bir bucak merkeziyken, 18
Mayıs 1990'da Batman'ın il olmasıyla birlikte ilçe statüsü
kazandı. Dicle'nin doğu ucunda bulunan ilçenin güneyinde Güneydoğu
Midyat Dağları, kuzeyinde ise Raman Dağları bulunuyor. Batman kent
merkezine 37 kilometre uzaklıkta bulunan Hasankeyf'in nüfusu,
ekonomisi, sosyal ve psikolojik yapısı baraj projesinden direkt
etkilendi. Hasankeyflinin kaderi de, iç içe yaşadığı antik kentten
çok farklı olmadı. Zaman zaman 'hayata geçecek' denilen, bazı
aralıklarda duran projeyle birlikte geleceğini belirsiz gören
Hasankeyfli, başta Batman merkezi olmak üzere, çeşitli yerlere
göçerek yavaş yavaş ilçeyi terk etti. 18 köyü ve 7 mezrası bulunan
ilçenin 1960'larda 30 bin olan nüfusu 3 bin 500'lere düştü. 1978
yılında ilçenin üzerinde kurulu olduğu alanın 1. derece sit alanı
ilan edilmesiyle birlikte olası yatırımların da durduğu
Hasankeyf'te işsizlik ve yoksulluk diz boyu hale geldi.
Hasankeyfli, antik kentin turistik özelliğinden de gelir elde
edemedi.
Baraj 'rezil olmak' demek
Tüm bu nedenlerden Hasankeyfli, ilk gündeme geldiğinden bu yana
kendisine hiçbir fayda sağlamayan Ilısu'yu kesin bir dille
reddediyor. Yoksul ve işsiz Hasankeyfli için baraj, ellerinde son
kalan evlerinin, birkaç dönüm tarlalarının ve geçmişlerinin yok
olması anlamını taşıyor. Yaşlısından kadını, genci ve çocuğuna
kadar ilçe sakinleri, barajın adını duyar duymaz feryat edercesine
'İstemiyoruz!' diyor. Kimine göre 'tek başına ve aç kalma', kimine
göre 'topraklarını kaybetme', kimine göre ise 'uzak şehirlerde
rezil rüsva olma' ve 'dedelerinin, babalarının mezarlarından uzak
kalma' korkusu demek baraj. Baraj yapımı için kendilerine
verileceği vaadedilen parayı ise 'Hangi para bu toprakların
karşılığı olur?' sorusuyla karşılıyorlar. İlçe merkezi ve köylerde
yaşayan, barajı 'korkutucu bir masal' olarak algılayan çocuklar
için ise, 'bir gün baraj gelecek, herkesi boğacak!'
Özetlenirse Hasankeyfli için baraj,
göç-açlık-yoksulluk-yalnızlık-belirsizlik anlamı taşıyor.
Ilısu'nun yol açacağı olumsuz sonuçlar üzerinde özellikle duran
sivil toplum örgütleri de, halkın, 'Size iş vereceğiz, ev
yapacağız' denilerek kandırıldığı görüşünde.
HASANKEYF BELEDİYE BAŞKANI ABDULVAHAP KUSEN: İlçemi taşımışlar,
haberim yok!
Hasankeyf'te 2 dönemdir belediye başkanlığı yapan Abdulvahap Kusen,
antik kenti korumak için uzun yıllar mücadele verenlerden.
Öncelikle Hasankeyf'te 12 bin yıldır süregelen yaşamın tüm
izlerinin yok olacağını vurgulayan Kusen, barajın özellikle insan
üzerinde yaratacağı tahribata dikkat çekiyor. Kusen, Hasankeyf
ilçe merkeziyle birlikte yaklaşık 75 köyün de su altında
kalacağını ve buralarda yaşayan 10 binlerce insanın yerlerinden
olacağını söylüyor. Baraj projesiyle ilgili gelişmelerden,
yurttaşlar gibi Kusen de haberdar değil. Öyle ki hükümetin yetkili
organlarının 'ilçeyi taşıma' kararı alması sürecine de ne Kusen ne
de ilçe sakinleri dahil edilip, fikri alınmış. Kusen bu traji-komik
durumu, 'İlçesi taşınmış ama Hasankeyf Belediye Başkanı'nın haberi
yok' diye değerlendiriyor. Kusen, halkın ruh hali ve belirlenen
yeni yerle ilgili düşüncelerini şöyle aktarıyor: '40 yıldır kötü
bir psikoloji içinde yaşıyoruz. Çünkü 50 yıl önce yapılan bir
proje, ikide bir ortaya çıkıyor, bazen kayboluyor, yani ne yaşar
ne yaşamaz misali. Hiçbir konuda bilgi sahibi olmadığı ve önünü
göremediği için ileriye dönük herhangi bir proje yapamıyor
insanlarımız. Yeni yerleşim kararı alınırken görüşleri sorulmadığı
için de insanların büyük çoğunluğu 'yeni yerleşime gitmeyeceğiz,
çünkü yeni yerleşimde arkada dağ önde sudan başka hiçbir şey yok'
diyor. Bu nedenle çoğu büyük şehirlere göç edecek. Belirsizlik
bizi gerçekten çok rahatsız ediyor, geleceğimizi kuramıyoruz.
Hiçbir görüş alış verişi mevcut değil. Yani ölümü bekleyen bir
insan gibi bekliyoruz.'
Sosyal facia 'geliyorum' diyor
Barajın yol açacağı sorunların başında göç sorunu geliyor. Baraj,
Hasankeyf ilçe merkezinin yanı sıra, 95'i köy ve 104'ü mezra olmak
üzere, toplam 200 yerleşim yerinin tamamı veya bir bölümünü sular
altında bırakacak. Buralarda yaşayan kimine göre 55 bin, kimine
göre ise 80 bin insan ise, topraklarını terk etmek zorunda
kalacak. Bölgedeki 35 belediyenin de 5 Ocak 2006 tarihinde
katılımıyla 71 kurum olarak baraj karşıtı mücadele yürütmeye
başlayan Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi bileşenleri, bu duruma
ilişkin öngörülerini 'sosyal facia yaşanacak' diye ifade ediyor.
Girişim Koordinatörü Sosyolog Diren Özkan, barajın etkileyeceği
alanda yaşayan insanların yüzde 77'sinin büyük şehirlere göç
edeceğini belirtiyor. Köy ve küçük yerleşim yerlerinde yaşamaya
alışmış insanları büyük şehirlerde çok ciddi sorunların
beklediğini belirten Özkan, bu yaşam koşullarının özellikle kadın
ve çocuklar üzerinde yaratacağı etkiye dikkat çekiyor.
Gündem Gazetesi
15.06.2007
|
|
|