Doğa Derneği
Başkanı Güven Eken:
Çin için Çin
Seddi neyse,
Mısır
için piramitler neyse
Hasankeyf
de bizim için o!
Devrim Sevimay / SORU-CEVAP/Milliyet Gazetesi
Enerjinin büyük bir
merkezde üretilip dağıtılması çok kısa bir süre sonra tarihe
karışacak. Dolayısıyla büyük baraj projeleri tüm dünyada artık çok
demode bulunuyor...
Çin için Çin Seddi
neyse,
Mısır
için piramitler neyse
Hasankeyf
de bizim için o, hatta daha fazlası ama biz bunu ömrü 50 yıllık bir
baraj
için değerlendiremiyoruz...
Soru-Cevap okurları
için bu hafta ya bir uzmanla askerlerin sivil mahkemelerde
yargılanması meselesini konuşacaktık ya da
Almanya,
Avusturya
ve İsviçre’nin kredilerini
Ilısu Barajı
projesinden çekmelerini…
Biz ikincisini
tercih ettik ve hemen Hasankeyf için milleti ayağa kaldırmayı başaran,
bu arada Çevre ve Orman Bakanı
Veysel Eroğlu’nu
da hayli kızdırmış bulunan Doğa Derneği’ni aradık. Dedik ki, “Bir
odanın içinde konuşmayalım, atlayıp Hasankeyf’e gidelim.”
Bunu dememizle
ayrıntılı bir yol ve
konaklama
programının yapılması yarım saati bile bulmadı. Biz Mustafa İstemi’yle
Ankara’dan,
Dernek Başkanı Güven Eken
İstanbul’dan
yola çıkıp
Diyarbakır’da
buluştuk. Bir buçuk saatlik bir karayolu yolculuğundan sonra
Hasankeyf’teydik. Gider gitmez de ağzımızdan ilk çıkan laf şu oldu:
“Hasankeyf hakkında iyi ki uzaktan konuşmuyoruz ve iyi ki bu hafta
Hasankeyf’i konuşuyoruz.”
ELİMİZDE BİR DİCLE
KALDI, GERİSİ BİTTİ
- Ilısu Barajı
projesi kaç hükümettir konuşuluyor?
40 hükümettir.
- İlk kimin fikri?
Türkiye’deki bütün
büyük baraj projelerinde olduğu gibi, Dicle ve Fırat üzerine dev
barajlar yapma fikri de tabii ki Demirel’in... İlk kez 1952’de
söylüyor sanırım.
- Peki ilk kim hayata geçirdi?
Özal, Fırat üzerine
üç baraj yaparak işe başladı.
- Dicle konusunu ilk kim
canlandırdı?
Erbakan-Çiller
hükümeti.
- Yabancılarla
kredi
anlaşmasını kim imzaladı?
Ecevit’in başbakan
olduğu koalisyon.
- Sizce bu işe noktayı
koyacak olan da Çevre Bakanı Veysel Eroğlu mu?
Çok istiyor, çünkü
Eroğlu bir baraj inşaatçısı ve geriye dönük kariyerinde “Ben büyük
baraj yaptım” deme iştahında. “Barajın en güzelini yapacağım ve bizzat
ben yapacağım” diyor. Oysa dünyanın hiçbir yerinde çevre bakanları
baraj inşaatı yapmaz, tam tersine baraj inşaatlarının doğayı da
koruyacak şekilde yapılması için çalışır, gerekirse karşı çıkar.
- Ilısu yerine başka bir
yerde baraj kariyeri yapılamaz mı peki?
Yapılamaz, çünkü
bütün büyük nehirlerin bütün noktalarına büyük barajlar yapıldı ve
nehirler bitti artık. Bir tek Dicle nehrimiz kaldı. O yüzden zaten
baraj endüstrisinin gözü Ilısu’da ya… Düşünsenize, yapılacak olsa
Türkiye’nin ikinci büyük barajı olacak.
- Bakan’ın baraja karşı çıkanlar
için “bölücü”, “bölgenin geri kalmasını istemeyenler” demesine ne
diyeceksiniz?
Baraj yapmak
isteyenlerin en sık kullandıkları laftır bu. Barajın yeri Güneydoğu
Anadolu’da olduğu için kolay inanılabilecek bir yafta olduğunu
düşünüyorlar. Oysa kimse artık bu sözlere inanmıyor. Çünkü Ilısu için
bugün kurulan cümlelerin aynıları 10 yıl önce
Halfeti
için kuruluyordu. Şimdi gidin görün Halfeti’de fakirliği. Tek tük
turist arabası geliyor, barajda pata pata botla geziyorlar, ondan
sonra “Aaa Halfeti buymuş, vah vah vah” deyip gözyaşları döküp
dönüyorlar. Oradaki insanlar da fakirlikleriyle kalıyor.
ÇİN SEDDİ NEYSE
HASANKEYF DAHA FAZLASI
- Bu projenin
tamamı ne kadara çıkacak?
Bir buçuk milyar
Euro’ya.
- Kaç kişinin cebine girecek
bu
para?
Beş altı şirketin.
- Peki Ilısu barajı yapılırsa kaç
kişinin hayatı etkilenecek?
En az 70 bin kişi.
- Diyelim ki yapıldı; bir barajın
ömrü kaç yıl?
50, bilmediniz 60
yıl.
- Ya Hasankeyf’in yaşı kaç?
İnsan varlığını baz
alırsak 15 bin. Doğal mirası baz alırsak da 2 milyar.
- Oradan üretilecek elektriğin
toplamdaki payı ne kadar olur?
Baraj bittiğinde
yüzde 1’den az olacak. Yüzde 10 lafı doğru değil.
- Hasankeyf’te
turizm
yapılsa sizce ne kadar kazanılır?
Dicle nehriyle aynı
tartışmaları yaşayan ve sivil toplum sayesinde kurtarılan Grand Canyon
milli parkını örnek alırsak,
ABD
ekonomisine yıllık katkısı 750 milyon
dolar.
Üstelik yatırım maliyeti de büyük baraja oranla çok çok düşük. Yani
Hasankeyf turizm sahası ilan edilecek olsa hem bütün Güneydoğu’yu
kalkındırabilir, hem de terörün önünü kesebilir.
- Acaba değerini biraz
abartıyor olabilir misiniz?
Ama bunu ben değil,
bilim
adamları söylüyor.
UNESCO’nun
bir alanın dünya mirası olabilmesi için 10 tane somut kriteri var. Bu
kriterlerden birine dahi uysa UNESCO orayı hemen dünya mirası olarak
tescilliyor. Peki bilim adamlarının araştırmalarına göre Hasankeyf kaç
kritere uyuyor biliyor musunuz?
- Kaç?
Dokuz. Uymadığı tek
bir kriter var o da Hasankefy’te insanlığı bugüne getiren bir bilimsel
keşif
yapılmış olmaması. Ama onun da bir önemi yok, çünkü dünyada 10
kriterin dokuzunu sağlayan ikinci bir alan yok.
- Peki biz hiç UNESCO’ya başvurduk
mu?
Baraj nedeniyle
Türkiye başvurmuyor. Çin için Çin Seddi neyse, Mısır için Piramitler
neyse Hasankeyf de bizim için o, hatta daha fazlası, ama biz bunu
devletin üstelik bir buçuk milyar Euro harcayarak yapacağı, ömrü 50
yıllık bir baraj için değerlendiremiyoruz.
- Yalnız bu kadar değerliyse turizm
sektörü neden bugüne kadar el atmamış Hasankeyf’e?
Çünkü buraya çivi
çakmak
yasak.
Sit alanı
olduğu için kimse burada elinde kazma kürekle dahi yürüyemez. Örneğin
belediye başkanı kalede bir mağara müzesi yaptı, ama anında
mühürlendi. İnanılmaz ironik bir durum: Çivi çakmak yasak, ama sular
altında bırakmak serbest. Çünkü baraj yapacakları yerin kalkınmasını
istemiyorlar, o yüzden de hiçbir yatırıma, restorasyona izin
vermiyorlar.
İŞİN PÜF NOKTASI
- Peki siz hiç mi
baraj yapılmasın diyorsunuz?
Hayır, biz diyoruz
ki; bir nehrin havzasındaki su dengesini bozmayacak şekil ve ölçekte
küçük barajlar yapılabilir. İçme suyu için yapılan barajlar da genelde
böyle barajlardır. Çünkü suyun en akılcı kullanımı için havza
ölçeğinde planlama gerekir ve zaten bütün
Avrupa
da şu anda yapılan bu.
- Ya
elektrik;
onu nereden üreteceğiz?
Eğer doğru planlama
ve yatırım yeterince yapılsa Türkiye’nin rüzgar ve güneş kaynakları
enerji
ihtiyacımızı fazlasıyla karşılar. Dev barajlara, nükleer ve termik
santrallere hiç gerek kalmaz. Zaten 10-20 yıla kalmaz enerji evde
üretilen ve hemen orada tüketilen bir değer haline gelecek.
Çatınızdaki güneşten veya bahçenizdeki rüzgar gülünden elektrik
üretip, akşam oturma odanızı siz kendiniz aydınlatacaksınız. Yani
enerjinin büyük bir merkezde üretilip dağıtılması bir süre sonra
tarihe karışacak. Dolayısıyla büyük baraj projeleri tüm dünyada artık
çok demode bulunuyor.
- O zaman Ilısu için bu kadar
uğraşmak yerine niye baştan küçük barajlar yapılmıyor?
Çünkü küçükleri
müteahhit firmalar için kârlı değil. Örneğin Ilısu’yu parçaladınız,
dört küçük baraj yaptınız, o kadar kârlı olmuyor. Barajın asıl kârlı
olan kısmı dolgudur. Bir alanı ne kadar büyük hacimle doldurursanız o
kadar kârlı olursunuz. Niye dünyanın en kârlı işlerinden biri büyük
baraj yapmaktır; işte bunun için.
- Dünyada artık hiç mi büyük baraj
yapılmıyor peki?
Dünyada 1990’lardan
sonra ciddi bir baraj karşıtı hareket başladı. Şu anda
Hindistan’dan
Amerika’ya
kadar milyonlarca baraj karşıtı insan var. Devletler de yanaşmıyor.
Mesela Avrupa ülkeleri yaptırmıyor, Amerika yıkmaya bile başladı.
Kaliforniya’daki
birçok büyük baraj yıkılıyor. Dünyadaki mega baraj sektörü artık
Avusturya’da, Almanya’da, İsviçre’de,
Fransa’da
işsiz. Tıpkı nükleer enerji gibi baraj endüstrisi de ölen bir sektör.
Bu rantın bir şekilde parçası olmuş insanların dışında büyük baraj
isteyen kimse yok.
İŞİN İKİNCİ PÜF
NOKTASI
- Siz bu baraj
endüstrisinin
siyaset
üzerinde lobi yaptığını düşünüyor musunuz?
Yüzde yüz. Bu
iktidar döneminde değil yalnız, oldum olası baraj lobisinin kurumlar
üzerinde hep bir etkisi vardır. Çünkü çark şöyle döner; önce ortaya
bir baraj fikri atılır, sonra
DSİ’nin
ve baraj şirketlerinin taşra teşkilatları yerel halkı bu projeye
inandırır, daha sonra o yerel halk bu projeyi ısrarla talep eder hale
gelir ve bir süre sonra baraj oy vermenin koşulu haline dönüşür,
sonunda da oy karşılığında proje dağıtılır.
- O vakit geldiğinde işin bir diğer
püf noktası da şu mu olur: Projeye yabancı kredi bulunursa
ihale
açılmayabilir…
Tabii, Türkiye’de
son üç dört hükümettir büyük projelerin ihalesiz vermenin kısa yolları
oluşturulmuş durumda. Bunlardan en temeli de ülkeler arası ikili
anlaşmalar. Çünkü ikili
anlaşma
olunca
Bakanlar Kurulu
ihale açmadan büyük projeleri, içinde yabancı şirketlerin de olduğu
konsorsiyumlara verebiliyor. İhale açıldığında ise rekabet başlıyor ve
şirketlerin kâr marjı düşüyor. Yani projenin şirketler açısından
kaymağı azalıyor.
- Ilısu’da da sistem böyle mi
işliyordu?
İşleyecekti. Bütün
ısrar bunun içindi. Avrupa’nın koyduğu 150 kritere inşaat şirketleri
ve DSİ’nin boyun eğmesinin ana sebebi ihalesiz baraj inşaatından elde
edilecek kârın daha fazla olmasıydı. O yüzden zaten yabancı krediler
geri çekildiğinden beri birilerinin keyfi fena halde kaçtı.
HASANKEYF’İN
AKIBETİ BAŞBAKAN’LA ANILACAK
- Peki sonuçta
geçtiğimiz hafta Ilıca projesinden yabancı krediler tamamen çekildi;
şimdi ilk planınız nedir?
Sayın Başbakan’dan
randevu istemek… Kültür Bakanı’na gittiğimizde onun da bize ilk
söylediği şey konunun artık bu noktadan sonra Başbakana gitmesi
gerektiği…
- Diyelim ki randevu verdi;
sizce Başbakan “Peki oldu, baraj yapılmasın” der mi?
Umut ediyoruz,
çünkü bu aslında kendisi için de basit bir şekilde imzalanacak, salt
teknik bir mesele değil. Sonuçta UNESCO’ya göre 10 kriterin dokuzunu
sağlayan ve dünyada benzeri olmayan bir dünya mirasının sular altında
kalmasından bahsediyoruz. Hasankeyf yok olursa “Tayyip Erdoğan’ın
hatası” olarak tarihe geçecek. Eğer yaşarsa “Tayyip Erdoğan kurtardı”
olacak.
- Başbakan bu konuda
yeterince bilgilendirilmiş midir?
Hayır, Başbakan hep
tek taraflı, bu işi yapmak isteyen mühendislik şirketleri ve doğal
olarak bu işin peşindeki Bakan tarafından bilgilendiriliyor. Oysa
hiçbir siyasetçi orayı görmeden böyle bir karara imza atmamalı. O
yüzden biz kendilerini Hasankeyf’e davet edeceğiz. Hasankeyf’i
Hasankeyf’te anlatmayı önereceğiz. Bu kadar
kilit
bir konumdaki bir kişinin meseleyi bir de bizden dinlemesini
isteyeceğiz.
SİZ FARKINDA
DEĞİLSİNİZ, AMA DOĞU
KARADENİZ
AYAKTA
- Bir ihtimal
Hasankeyf kurtarıldı; sizce mesele bitiyor mu?
Hasankeyf bizim
için buz dağının görünen yüzü. Bu baraj meselesinin sembolü. Asıl onun
altında en az bin baraj daha var.
- Bin baraj daha mı?
Tabii, 2023 yılına
kadar baraj sayımızın 500’den bin 500’e çıkarılması hedefleniyor.
Kimse henüz bunun farkında değil, ama Türkiye’de bir baraj salgını var
ve bütün derelerimiz satılmış durumda. Üstelik üstündeki projenin ne
olacağı bilinmeden… Bir yandan ortada çok ciddi paralar dönüyor, ama
öbür yanda da Anadolu’nun pek çok yerinde bir isyan başlamış durumda.
- İsyan?
Bu basına pek
yansımıyor, ama Doğu Karadeniz ayakta. Ciddi bir halk hareketi var
orada. Hatta isterseniz 14 Ağustos’ta Macahel’e gelip kendi
gözlerinizle görün. Türkiye’nin dört bir yanından “su mağduru”
insanlar gelecek ve orada ortak bir yol haritası çizilecek. Herkes
tahmin edemeyeceğiniz kadar tepkili. Niye; çünkü insanların yüzlerce
yıldır kıyısında çiftçilik yaptığı bütün dereler satılmış. Düşünsenize
bir tarlanız var, çapa yapıyorsunuz ve bir gün
takım
elbiseli, çantalı birisi geliyor, “Bu su benim” diyor. O zaman oradaki
insan da diyor ki “Dur bakalım ben yüzlerce yıldır burada yaşıyorum,
sen kimsin?”
- İyi de devlet sattığı
dereyi geri almayacağına göre köylünün “Sen kimsin” demesi bir işe
yarıyor mu?
Öyle de bir yarıyor
ki… Şu anda Doğu Karadeniz ve Batı Karadeniz’de ne kadar dava
açıldıysa hepsini köylüler kazandı, yürütme alınan kararları işletsin
yeter.
ASIL SİVİLLEŞME
GÜCÜN DEVLETTEN HALKA GEÇMESİDİR
- Sizce Türkiye’nin
yasaları çevreyi korumaya elverişli mi?
Elverişli ama
uygulanmıyor. Yürütme, çevreyi koruyan yasaları yeni yasa maddeleri
çıkartarak, eklemeler yaparak aşmaya çalışıyor. Bu tabii şirketlerin
ilgisini artırıyor. Dünyadaki bütün
maden
ve baraj sektörü şu anda Türkiye’yi kendine pazar olarak görüyor.
Çünkü Türkiye kadar koşulsuz şartsız baraj ve maden tesisleri
yatırımlarına kucak açan ikinci bir ülke yok. Bütün Avrupa, Amerika,
Çin herkes burada. Ben hatta en sonunda “Sahibinden Satılık Ülke” diye
bir yazı yazdım, çünkü başka bir tarif bulamadım.
- Siz ulusalcı veya
milliyetçi misiniz?
Hayır, ben sadece
Anadolu coğrafyasına aşık bir insanım. Benim için Türkiye Cumhuriyeti
80 yıldır var, ama biz burada 15 bin yıllık bir insan medeniyetinin
torunlarıyız. Dolayısıyla benim için demokrasi 15 bin yıl öncesi
yaşamış insanların dahi fikrini almaktan başlıyor, sadece bugünkü
insanların değil. Çünkü ben onların da sorumluluğunu taşıyorum. Benim
bütün derdim bu.
- Ama doğrusu pek
alışılmadık bir demokrasi anlayışınız var?
Farkındayım, çünkü
bunu bizden başka söyleyen sivil toplum kuruluşları ne yazık ki fazla
yok. Herkes korkuyor; “Acaba devlet bize ne der” diyor. İnanın, çoğu
Hasankeyf ile ilgili bölücü ilan edilmekten dahi korkuyorlar.
- Siz niye korkmuyorsunuz?
Çünkü benim için
gerçek bir demokrasi, sivil toplum kuruluşlarının “Ben şunu söylersem
devlet veya şirketler ne der” diye kaygılanmadığı, tam tersine
devletin ve şirketlerin “Biz bunları yaparsak sivil toplum ne der”
diye düşündüğü bir demokrasidir.
Ama Türkiye’de şu
anda sivil toplum hareketi sadece akıl dağıtan ve bağış toplayan bir
hareket haline dönüşmüş durumda. Hâlbuki akıl tek başına yeterli
değildir. İnsan aklı, yanına gövdesini ve vicdanını da koyarsa
güzeldir, aksi halde akıl tek başına hiçbir işe yaramaz. Sivil
toplumun mutlaka gerektiğinde sokağa çıkması lazım. Gerektiğinde de
vicdanı, kamu vicdanını harekete geçirmesi…
- Ama şimdi tam da “Türkiye
sivilleşiyor” denilen bir dönemde söylüyorsunuz bunları?
Doğrusu benim
anladığım sivilleşme gücün devletin kendi güç noktaları arasında el
değiştirmesi değil; tam tersine gücün merkezi devletten bilgiye ve
kamusal vicdana dayalı sivil toplum hareketine geçmesidir. Bu da henüz
Türkiye’de olmadı.
- Yakın bir gelecekte olacak gibi
görünüyor mu size?
Belki size çok
iddialı gelecek, ama bir ihtimal Doğa Derneği bu uyanış ve dönüşümü
sağlayabilir. Çünkü bunu ancak anlık tepkilere ve bireysel çıkarlara
dayalı olmayan, arkasını hiçbir ideolojiye yaslamamış, tamamen bilgiye
dayalı bir gövde ve vicdan hareketi yapabilir. Nasıl bizim Doğa
Derneği teşkilatında türbanlı kızlar, saçı uzun erkekler, ulusalcılar,
liberaller, yaşı, gelir düzeyi veya
eğitim
seviyesi farklı ama kamusal aklı ve vicdanı bir olan insanlar bir
araya gelip bir güç oluşturabiliyorsa, tüm Türkiye de bunun
başarabilir. Bence bu ülkenin asıl ihtiyacı olan da bu: Ortak bir
vicdani duruş.
- Peki ne yapalım; sizce
hepimiz birleşip Yeşiller Partisi’ni mi kuralım?
Hayır biz parti
olmayalım. Biz sadece gerçek bir sivil güç olalım ve bütün partileri
yeşil yapalım. Hatta bir tek yeşil de değil. Onları aynıo zamanda
medeniyet ve kültürü de önemseyen partiler olmaya zorlayalım. Bunu
başarabilirsek işte ben ancak o zaman Türkiye’nin sivilleştiğini ve
gerçek bir demokrasi yaşadığını söyleyebilirim.
“PKK’YA
KARŞI BARAJ” FİKRİ BARAJ LOBİSİNİN SON DEHASI
- Baraj yapılırsa
Türkiye
Suriye
ve
Irak’ın
suyunu mu kesmiş olacak?
Sadece dolma
döneminde biraz su kesiyor olacak, ama sonra bırakmak zorunda. Barajın
da bir limiti var.
- Yani Ilısu, su savaşlarında
Türkiye’nin elini güçlendirmeyecek mi?
Suyun azalıp,
Dicle’nin tamamen kuruduğu günün hesabı yapılıyorsa bile baraj
Türkiye’ye sadece altı aylık bir avantaj sağlar, altı ay sonra zaten
barajdaki su da biter. O yüzden çok saçma bir laf bu.
- Peki “Nehir boşa akmasın” lafı
yanlış mı?
Tamamen bir cehalet
ürünü. Çünkü nehir sanıldığı gibi bir kere boşa akan bir şey değil.
Nehir akarken oksijen ve besin taşır. Taşıdığı her yere o yüzden
bereket
götürür. Nehir aktığı için misal Çukurova var, veya balıklar denizde
yaşıyor, denizde
hayat var.
Baraj yaptığınızda ise nehrin taşıdığı o maddeler barajın dibine çöker
ve bir süre sonra çamur haline dönüşür. Giderek barajın gövde hacmi
küçülür, sonuçta o baraj elektrik dahi üretemez.
- Ne işe yarıyor o zaman
baraj yapmak?
Biz de zaten bunu
söylüyoruz; baraj insanlığın şu ana kadar yaptığı en kötü buluştur.
Çünkü nedir barajın mantığı; nehrin önünü keserek suyu nehir vadisinde
şişirmek. Peki bütün nehir yatakları aynı zamanda nerelerdir? Dünyada
hayatın başladığı ilk yerlerdir. Bütün medeniyetler, bütün kadim
kültürler nehir yataklarında kurulmuştur. Siz hayatın bu başlangıç
noktasını su altında bırakırsanız aslında hayatın kendisini su altında
bırakmış oluyorsunuz.
- Peki en son çıkan şu
PKK’ya karşı Güneydoğu’yu barajla donatma projesine ne dersiniz?
Baraj lobisinin
yeni keşfi olarak görüyorum. İnsanların ülke sevgisini ranta
dönüştürme dehası. Bugün milyarlarca dolar bu barajlara harcanacak,
sonra da
mayın
temizleme
meselesinde olduğu gibi ülke toprağını temizleyecek kimse
bulunmayacak. Milyonlarca dönüm verimli ülke toprağı elden çıkacak.
Oysa terörle mücadele, ülke topraklarını korumak için yapılmalı, su
altında bırakmak için değil.
BOĞAZ OLMADAN
İSTANBUL OLURSA, DİCLE OLMADAN DA HASANKEYF OLUR
Diyarbakır’dan
Hasankeyf’e giderken yola çıkalı henüz yarım saat olmuştu ki Güven
Eken sağımızdaki alanı göstererek “Bakın baraj buralardan itibaren
başlayacak” dedi. Sorduk:
- Hasankeyf’e varmamıza ne
kadar var peki?
Bir saat.
- Yani dana gideceğimiz bu
kadar alan sular altında mı kalacak?
Tabii, bütün
höyükler, bütün
arkeolojik kazı
alanları, yüz binlerce bitki türü ve ancak onlarla yaşayan yabani
hayvanlar, hepsi… Şöyle düşünün, Ankara-İstanbul yolu 400 km, bu
barajın uzunluğu 175 km. Barajı kağıt gibi dümdüz açtığınızda, yan
damarları da dahil yaklaşık 400 km. ediyor. O kadar dev bir proje.
- Ama mesela deniyor ki,
Hasankeyf’in tamamı sular altında kalmayacak, sadece bir bölümü?
Evet;
Sultanahmet,
Süleymaniye, Sarayburnu sular altında kalacak,
Zeytinburnu,
Sultanbeyli
dışarıda kalacak. Siz karar verin…
- Derinliği nereye kadar çıkacak
peki?
Hasankeyf
resimlerinde ünlü bir cami vardır ya; El Rızık Camii, işte onun
minaresinin tepesine kadar.
- Peki oranın gerisinde
kalan tepelerde “Yeni Hasankeyf” kurulamaz mı?
Nasıl İstanbul
şehrinin kurulmasının sebebi
İstanbul Boğazı
ve Haliç’in konumuysa Hasankeyf’in kurulmasının sebebi de Dicle ve
kollarının konumudur. İsterseniz köprüyü, Topkapı sarayını taşıyın,
Boğaz olmadan İstanbul olur mu? Hasankeyf de aynen öyle. Dicle yoksa
Hasankeyf de yok.
AKP’Lİ
BAŞKAN MESELENİN SİYASİ OLMADIĞININ KANITI
- Bütün
Hasankeyfliler mi baraja karşı?
İsterseniz siz
sorun, “İstiyorum” diyen çıkmaz.
- Sizce isyankâr insanlar
mıdır Hasankeyfliler?
Tam tersine devlete
çok bağlılar. MeselaPKK’nın barınamadığı bir yerdir Hasankeyf. Zaten
çoğu
Arap’tır
ve oylarını da AKP’ye verirler.
- Dolayısıyla belediye
başkanı da AKP’li fakat o da baraja karşı?
Bu durum zaten
Hasankeyf meselesinin siyasi bir mesele olmadığının en canlı kanıtı.
Hasankeyf bir bilinç ve vicdan meselesi. Hasankeyf’teki insanlar
AKP’ye yani iktidar partisine oy veriyorlar, ama barajı, Hasankeyf’in
sular altında kalmasını istemiyorlar. Çünkü buranın önemini onlar
biliyorlar.
- Bölgeye geldiğiniz ilk
sıralarda halktan hiç kuşku ya da bir tepkiyle karşılaştınız mı?
İlk günden itibaren
herkesle kardeş gibiydik, çünkü hepimiz aynı dili konuşuyorduk. Bizim
gelip onlara tarih, doğa, kültür diye anlatmamıza gerek kalmadan onlar
zaten her şeyi bizden iyi biliyorlardı.
HERKESTEN BAĞIŞ
KABUL ETMİYORUZ
- Kaç üyeniz var
sizin?
Henüz altı yaşında
bir dernek olmamıza rağmen 20 bin gönüllü, bin kadar da resmi üyemiz
var. Üyelerimizin çoğu da mimar ve doktor.
- Dernek harcamalarını nasıl
karşılıyorsunuz?
Üye aidatımız
yıllık 20 lira. Oysa bizim harcamalarımız yıllık bir iki milyon lirayı
buluyor. Dolayısıyla çeşitli kuruluşlardan yardım alıyoruz.
- Hangi kuruluşlardan?
Bir kere doğayla
arası iyi olmayan şirketlerden asla yardım kabul etmiyoruz. Aralarında
birkaç büyük şirketin de olduğu ama bizim reddettiğimiz böyle bir
listemiz var. İkincisi de toplam bütçemizin yüzde 15’inden fazla bir
bağış kabul etmiyoruz. Çünkü bağımsızlığımıza çok düşkün bir derneğiz
biz. Buna rağmen de Türkiye’de en hızlı büyüyen dernek belki de Doğa
Derneği. Çünkü insanlar gerçekten samimi olduğuna inandıkları bir
oluşumu destekliyor ve biz de bu desteği görüyoruz.
O ASLINDA BİR
DOKTOR
Güven Eken, 1990
yılında
Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne başladı. Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD)
üyesi olarak geçirdiği üniversite yıllarında Ege Kuş Gözlem
Topluluğu'nu kurdu. Bu süreçte
Gediz
Deltası'nda ayrıntılı bir kuş araştırması yürüttü. Tıp doktoru
olmasına rağmen doğayla ilgili çalışmalarını profesyonelce yürütme
kararı aldı ve ekolojik bilimler ve doğa koruma konusunda
Ortadoğu
Teknik Üniversitesi'nde başladığı doktorasına Wageningen
Üniversitesi'inde (Hollanda) devam etti. Bu süre zarfında önce DHKD,
daha sonra da
Hollanda
BirdLife International'da profesyonel olarak çalıştı. BirdLife'ta
görev yaptığı yıllarda korunması gereken doğal alanların tüm dünyada
aynı yöntemle belirlenebilmesi için "Önemli Doğa Alanları" yaklaşımını
geliştirdi ve bu yöntemin dünyada ilk defa Türkiye'de test edilmesinde
rol oynadı. Bu yaklaşım, saygın bilimsel dergiler ve IUCN başta olmak
üzere uluslararası doğa korumacı kuruluşlar tarafından geniş destek ve
kabul gördü. Çevre ve Orman Bakanlığı'nın, Türkiye'deki tüm biyolojik
çeşitlilik verilerini topladığı ilk ulusal veri tabanı
Nuh'un Gemisi'ne
katkı koydu. 2001 yılından bu yana
Atlas Dergisi'nin
doğa editörlüğünü ve Yeşil Atlas Dergisi'nin editörlüğünü yürütüyor.
Doğayla ilgili 100'ü aşkın yazılı yayını bulunan Güven Eken, Doğa
Derneği'ni Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yapıyor. Eken, 2007
yılında dünya "Sıfır Yok Oluş" komisyonu üyesi seçildi ve
Marshall
Fund'ın "yükselen lider" ödülünü aldı.
13.7.2009