Ortaçağ'ın
'Sarp Kaya'sı
DİCLE IRMAĞI KIYISINDA
YÜKSELEN SARP BİR KAYALIK ÜZERİNE KURULMUŞ OLAN HASANKEYF ADI DA,
ARAPÇA BİR TAMLAMA OLAN VE "SARP KAYA" ANLAMINA GELEN "HISN KEYFA" DAN
GELİYOR VE YÜZYILLARDIR DA AYNI İSİMLE ANILIYOR, "HISN KEYFA" YA DA "HASANKEYF".
MEZOPOTAMYA MEDENİYETLERİNİN VAZGEÇİLMEZ KENTİ, BİZANS’IN DOĞUDAKİ
KALESİ, İSLAMİYET DÖNEMİ’NİN PAYLAŞILMAZ ŞEHRİ VE OSMANLI’YLA BİRLİKTE
GÜNDEN GÜNE YİTİRİLEN BİR HASANKEYF.
Üzerinde birbirinden zengin ve her yönüyle renkli, sayısız coğrafyayı
barındıran Anadolu’nun özgün karakteri, üzerinde yaşanmış tarihten,
yazılmış öykülerden, anlatılan efsanelerden kaynaklanıyor şüphesiz.
Anadolu insanının bu çok renkliliği, evlerinden eğlencelerine,
hikayelerinden ağıtlarına kadar bu gelişimi pekiştiriyor, koruyor,
sakınıyor..
Akdeniz’in Balkan esintili Rum evleri, Karadeniz’in her yanı çam
kokan, gürgen kokan ahşap yapıları, Doğu’nun Güneydoğu’nun toprak
damları ve bu kendine has mimarilerde yüzyıllardır yaşanan düğünler,
alaylar, şenlikler, cenazeler, bayramlar... Tarihin, doğanın seyrine
doyulmaz birlikteliğinin yaşandığı bu topraklarda, Ortaçağ
atmosferini solumak bile mümkün olabiliyor. Yüzyıllar öncesinden kalma
kalesi, Eyyubilerin, Safevilerin ve egemenlik kurmuş birçoklarının
ardında bıraktığı yapıları ve hala mağara evlerinde yaşayan insanların
yaşam alanı, ilk Türk İslam başkenti Hasankeyf’te mesela.
Dicle Irmağı kıyısında yükselen sarp bir kayalık üzerine kurulmuş olan
Hasankeyf adı da, Arapça bir tamlama olan ve "sarp kaya" anlamına
gelen "Hısn Keyfa" dan geliyor ve yüzyıllardır da aynı isimle
anılıyor, "Hısn Keyfa" ya da "Hasankeyf". Mezopotamya medeniyetlerinin
vazgeçilmez kenti, Bizans’ın doğudaki kalesi, İslamiyet dönemi’nin
paylaşılmaz şehri ve Osmanlı’yla birlikte günden güne yitirilen bir
Hasankeyf.
Hasankeyf’in tarihine bir yerlerden başlayıp bakmak gerekirse, ilk
bilgilerin ancak Bizans’a kadar gittiğini ama mağara-konutlardan
anlaşıldığı kadarıyla bunun çok daha eskilere dayandığı söylenebilir.
Hasankeyf İslam
egemenliğine girdikten sonra Artukoğulları’nın beyliklerine
başkentlik yapmış ve bu dönemden günümüze, kısmen de olsa Dicle
Köprüsü, Büyük ve Küçük Saraylar kalmış. Dicle Köprüsü yaklaşık 40
metrelik kemer açıklığıyla, Ortaçağ’ın en büyük köprüsü olarak
anılıyor ve hala da bölgenin en görkemli köprülerinden. Dicle
kıyısından dik bir biçimde 100 metre kadar yükselen kayalık üzerinde
yer alan Yukarı Kent’e, günümüzde dördü kalmış olan yedi kapıyla
giriliyormuş. Bu kapılardan günümüze kalmış olan ana kapı tüm sadeliği
ve ona inat görkemiyle Artukoğlu sanatının en iyi örneklerinden biri.
Artukoğulları’ndan kenti alan Eyyubiler, Hasankeyf’in önemli İslam
merkezlerinden biri olmasını sağlayan camiler inşa etmişlerdir.
Hasankeyf’e girer girmez minareleriyle göze çarpan Sultan Süleyman ve
El-Rızk Camileri’nin yanı sıra Ulu Cami, Aşağı Kent’teki Koç ve
Kızlar Camileriyle, İmam Abdullah Zaviyesi, Eyyubi mimari sanatının en
iyi örneklerinden. Kesme taştan Taçkapıları, taş ve alçı üzerine
yazılmış çok incelikli kitabe ve bezemelerinin yanısıra alçı
bezemeleriyle de dikkat çekiyor bu yapılar.
Eyyubiler’den sonra Moğol istilasına uğrayan Hasankeyf, daha sonra
kenti ele geçiren Akkoyunlu beylerinin yazlıklarını yaptıkları bir yer
haline gelmiş. Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın Otlukbeli Savaşı’nda
ölen oğlu Zeynel Bey adına yapılmış, dıştan silindirik içten sekizgen
gövdesi ve kubbesi sırlı tuğla ve çinilerle kaplı kümbet, Semerkand
üslubunun Anadolu’daki tek örneği olması açısından önemli. Bir süre de
Safevi egemenliğinde kalan kent, daha sonra Osmanlı topraklarına
katılmış ve Diyarbakır’a bağlı bir sancak olarak giderek önemini
yitirmiş.
Tarihi izlerin yanı sıra
tüm Hasankeyf yöresi, çeşitli dönemlerde oyulmuş mağaralarıyla da
ilginçtir. Yörede yakın zamana değin tüm bölge buğdayının öğütüldüğü
otuzu aşkın kayaya oyulmuş değirmen, suyolları, eyvanları ve çok katlı
mimarisiyle mağara- konutlar, kayalara oyulmuş yedi mihraplı cami,
bazı kiliseler ve mezarlıklar bu bölgenin doğal iskan açısından önemli
zenginliklerinden.
Daha önceleri Dicle’nin
kıyısından tüm heybetiyle yükselen Hasankeyf, bugün sırtını Dicle’ye
vermiş yorgunluğunu atmaya çalışıyor. Tarihinin, üzerinde taşıdığı
medeniyetlerin, sorumluluğunu taşımış bugünlere kadar ezilmeden,
kırılmadan. Dicle, kıyısında koşup oynayan çocuklarını, kum eleyen
yanık yüzlü, kocaman elli işçilerini seyredip, kendi tarihini,
üzerinden gelip geçen imparatorlukları düşünüyor. Bahar gelince
yükselen davul zurna sesleriyle, düğünleri, halaylarıyla o da çoşuyor,
insanıyla birlikte. İnce sesli çoban çocukların türküsü karışıyor
doğanın kendi halindeki seslerine, kuzuların melemesine, rüzgarın
uğultusuna.
Binlerce yıllık
medeniyetin birikimiyle yoğrulmuş bu topraklar, mağaralar,
sanatçıların el işleri, acı veren bir biçimde veda edecekler
yeryüzüne. GAP kapsamında Ilısu Barajı’nın yapımıyla oluşacak gölün
buz gibi suları içine alacak Hasankeyf’i ve bunca insanın evini,
çocukluğunu, hayatını. Kültürü ve tarihiyle belki de eşsiz bir vadinin
izleri silinip atılacak. İnsanlar doğup büyüdükleri köyleri terk edip
herhangi bir bozkırın ıssızlığında yeni bir yaşam kuracaklar
kendilerine.
Turkishtime
Türkiye İhracatçılar Meclisi Yayın Organı
15 ŞUBAT / FEBRUARY 2003