Belkıs, Halfeti, Hasankeyf

İsmet Berkan

Diyarbakır'dan karayoluyla Batman'a ve oradan da Midyat'a doğru giderseniz yolda birkaç kez Dicle Nehri'yle karşılaşırsınız.

Dicle'yi geçişlerinizden biri Selçuklular'dan kalma çok önemli bir mimari eserin yanından olur: Malabadi Köprüsü.

Dicle'yi bir de Hasankeyf'te geçersiniz. Burada da Selçuklular'dan kalma bir köprü vardır ama bu köprü, Malabadi'nin aksine yıkıktır. Köprünün ayakları Dicle'nin üstünde olanca görkemiyle durmakta, tam karşı kıyıda duvar gibi yükselen tepeye, o tepenin üstündeki burçlara ve hemen oracıktaki yıkık caminin minaresine bekçilik etmektedir.
60'lı yıllarda bu karayolundan bir cumhurbaşkanı da geçmişti: Cevdet Sunay. Hasankeyf'e vardığında ahali onu yolda karşılayınca Sunay şaşırdı: "Bu kadar insan nereden çıktınız siz? Nerede yaşıyorsunuz?" Halk cevap verdi: "Mağaralarda..."
Hasankeyf'i görmemiş insanlara bunu anlatmak çok zor. Bölgenin özel toprak dokusu, dağı oymayı, içinde evler, odalar ve hatta kale yapmayı kolaylaştırıyor. Nitekim Dicle kenarındaki eski kale ve o kalenin iç yapıları inşa edilmemiş, dağın oyulmasıyla yapılmış. Kalenin hemen ardında da dağdan oyma köy evleri var. Göreme gibi yani.
Ama Sunay bunları ne bilsin, mağarada yaşayan insanları duyunca "Ne" diye kükredi cumhurbaşkanı, "Bu devirde mağarada insan mı yaşarmış. Hemen buralara devlet ev yapsın."

O an Sunay Anadolu'nun tarihi mirasına, yapılmış en büyük hasarı verdiğini bilmiyordu. Birkaç ay sonra buldozerler geldi, nehir kıyısından biraz ilerideki düzlükte yer alan eski kervansaray kalıntısını sildi süpürdü, oraya 'deprem konutları' tipi çirkin ve kullanışsız yapılar yaptı gitti.

Halk bu evlere girmemekte direnince Hasankeyf'e bir de jandarma karakolu kuruldu. Jandarma uzun yıllar boyunca eski mağarasına kaçan insanları yakalayıp zorla evlerine tıktı. Halbuki mağaralar yazın serin, kışın sıcaktı. Deprem konutları ise yazın sıcak, kışın soğuk oluyordu. Hayvanları barındıracak yer yoktu vs.

Şimdi Hasankeyf kaderine razı olmuş, son 20 yıldır sular altında kalacağı günü bekliyor. Ilısu Barajı Hasankeyf'i yutacak. Bunca yıldır verilen çaba yetmedi. Çünkü Türkiye'nin elektriğe de ihtiyacı var. Barajın su seviyesi 20 metre düşürülse Hasankeyf kurtulacaktı, olmadı.

Geçen yaz, tam da bugünlerde sular altında kalacak olan Halfeti'ye gittim. Halfeti, Fırat kıyısında bir vadiye kurulmuş, cennet gibi bir yer. Bir ay içinde yok olacak. Onu da Birecik Barajı yutacak.

Aynı baraj bir de Türkiye topraklarında kazılan en zengin arkeolojik alanı yutacak: Belkıs harabeleri. Belkıs, tam barajın dibinde.

80 yıllık cumhuriyetin yapamadığı 10 güne 15 güne sığdırılmak isteniyor. Değerine paha biçilemeyen mozaikler kurtarılmaya çalışılıyor.

* * *

15 yıl önce GAP projesi nedeniyle bölgeyi karış karış gezerken orada
çalışan arkeologlarla da uzun uzun konuşmuştum. ODTÜ'den ve İstanbul Üniversitesi'nden ekipler çalışıyordu. Hasankeyf'i Dil Tarih Coğrafya'dan Prof. Dr. Oluş Arık 20 yıldır kazıyordu.

Arkeolojik kalıntı alanı olarak işaretlenmiş ama içine bile bakılamamış yüzlerce nokta vardı ODTÜ'nün haritasının üstünde. İlgisizlikten ve parasızlıktan yakınıyorlardı. Yakınmalar hâlâ aynı, çünkü bütçeden kazı çalışmalarına ayrılan pay hâlâ artmadı.

Zaten bilmediğimz, merak dahi etmediğimiz tarihimizi sular altına gömüyoruz. Kuşkusuz enerjiye de ihtiyacımız var ama kültürel zenginliklere yok mu peki? Hiç değilse kurtarma kazılarına daha çok kaynak ayıramaz mıydık?

Her işimizi Cevdet Sunay usulü yürütmek zorunda mıyız? Daha incelikli yöntemler bulamaz mıyız? GAP İdaresi'nin Halfeti'de yürüttüğü çalışmanın benzerlerini yaygınlaştıramaz mıyız?

Radikal Gazetesi
6 Haziran 2000