Körtik
Tepe'de 12 Bin Yıl Önce
Ilısu Barajı'nın
altında kalacak arkeolojik yerleşimlerden biri de Körtik Tepe
höyüğü. 12 bin yıl öncesine uzanan tarihinde, neolitik çağın
ilk yerleşimlerinin, dolayısıyla hayvancılığa ve üretime geçişin
izleri var. Bu kurtarma kazısına katılanlardan biri de, ilk kez
bir kazıda bulunan arkeoloji bölümü birinci sınıf öğrencisi
Özgür Tüzün. İşte onun ilk kazı deneyiminden izlenimler...
Kendi köklerimizin izini sürmede, "arke"mizi açığa çıkarmada
güvenebileceğimiz tek bilim arkeoloji. Analarımız ve
atalarımızın neler yaptığını, nasıl yaşadığını kanıtlarıyla
önümüze koyuyor. Teori üretmek için kendi malzemesini, kendi
buluyor. Somuta katılıyor ve soyutu üretiyor. Amele olmak da bir
arkeolog için gerekli. Bu nedenle bir kazıya katılmak heyecanlı
ve yorucu. Ne çıkacağını bilmeden kazdığın topraktan, 12 bin yıl
öncesinin kültürüne ilişkin bulunan herhangi bir nesnenin hazzı
ayrı...
Dicle Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Vecihi
Özkaya ve bölümün öğretim üyeleri ile birlikte biz yaklaşık 70
öğrenci, Batman'da bir pansiyona yerleşiyoruz. Kazıya ilk kez
katılanlar olarak tecrübesizliğimizi hemen dışavuruyoruz.
Tecrübe sahibi olanların şakaları başlıyor kazı alanına
giderken, buna hocalarımız da katılıyor, pamuk ekimi yapılan
tarlada Portekiz armudu yetiştiğine inandırılıyor bazı
arkadaşlar...
Sabah alışkın olmadığımız bir saatte, 04.30'da uyanıp, Ancolini
denen Ağıl Köyü'nün Serikani (Pınarbaşı) mezrasının üst
kısmındaki höyüğe ulaşıyoruz. Bu, yanından geçtiğimiz yüksekçe
Gre Dimse höyüğüne hiç benzemiyor. "Hayal kırıklığına uğramayın
arkadaşlar" diyor kazı başkanımız, çünkü adı üzerinde,
kazacağımız yer Körtik Tepe (Kotik Tepe), aşınmış tepe anlamına
geliyor. Aşınmanın temel nedeni, insan, doğa, zaman tahribatı ve
kazılardan önce höyüğün sulu tarıma açılması...
İLK KAZMA...
İlk kazmayı vurmadan önce 10x5 metre çapında açma sınırlarını
belirliyoruz. Yüzey toprağını kazdığımızda karşımıza iskeletler
çıkıyor. Çünkü prehistorik bir mezar alanının üstündeyiz. Hocker
tarzı (embriyonik) gömüler zengin mezar hediyeleri ile birlikte
karşımıza çıkarken 12 bin yıl öncesine ait insanın neler
düşündüğü konusunda telepati kurmaya çalışıyorum:
Ölünce anne karnındaki embriyonik durumda gömülmeleri, belki de
yeniden dirilişe inandıklarını gösteriyor. Gömülerin yanına
konan işlemeli taş vazo, boncuk ve kesici aletlerse yeni
yaşamlarında gerekli eşyalar olsa gerek. Hayvan başlı asa veya
sunu taşı dinsel içerikli ritüellerde kullanılmış olmalı.
Dönemin inanç değerlerinin işlendiğini düşündüren taş nesneler
üzerinde grift varlıklar işlenmiş, keçi-arı karışımı bir görüntü
oluşmuş. Bu da artık karın doyurma kaygısından uzaklaşmış,
güdüsel hareketten sıyrılıp aklın ayrımına varan insan
toplulukları ile karşılaştığımızı gösteriyor. Estetik kaygıları,
gelecek tasavvurları olan bir insan topluluğu... Belki de ilk
köy yerleşimi burada kurulmuştu. Birçok açmadaki yuvarlak planlı
kubbe şemalı yapıların ilk neolitik yapı tipi olduğu zaten
bilimsel olarak kabul edilmiş, Ergani-Çayönü'nde aşamalı olarak
kayda geçmişti. Çalıştığımız toprak üzerinde en eski neolitik
evre, yani akeramik yontma taş ve sürtme taş endüstrisinin
egemen olduğu evre yaşanmıştı.
Neolitik çağa ilişkin elde ettiğimiz bulgular, dönemin yaşam
biçimi hakkında avcılığın yanı sıra hayvan yetiştiriciliği
yapıldığını, yani et, süt gibi ürünlerden yararlanıldığını ve
yerleşik hayata köy yerleşimi biçiminde geçildiğini göstermişti.
Henüz pişmiş topraktan seramiğin yapılmadığı bu akeramik evrede,
toprak da ekilmeye başlanmıştı. Buğday, arpa, darı, çavdar gibi
ürünlerin yetiştirilip pişirilerek yendiğini, yine kazılarda
bulduğumuz bol sayıda mortar (havan) ile bunların öğütüldüğünü
biliyoruz. Diyarbakır-Urfa arasındaki Karacadağ'da ilk kez elde
edilen buğdayın çevreye yayıldığını, Körtik Tepe'nin de bu
noktada önemli bir merkez olduğunu anlıyoruz. Süreç içinde bu
ürünlerin depolandığını, artı-ürüne dönüştüğünü ve köy
yerleşimlerinin bu nedenle önem kazandığını bilmek; paleolitik
döneme göre yaşam seviyesinin yükseldiği ve nüfusun arttığı
gerçeğini karşımıza çıkarıyor. Bulduğumuz keçi boynuzu ve grift
keçi figürinleri, bu bölgede keçinin evcilleştirilmesi, en çok
keçi ve ürünlerinden yararlanıldığı fikrini güçlendiren bir
örnek olmakla kalmıyor, keçinin bu veriminden ötürü mistisize
edildiğini, kültleştirildiğini de gösteriyor. Koyun, sığır,
domuz gibi hayvanlardan da besicilik aracılığıyla
yararlanılıyor. Tavşan ve tilki avcılığının yanı sıra özellikle
geyik ve ceylan av hayvanları arasında önemli bir yer tutuyor.
Kimi neolotik yerleşimlerde oltaların bulunması, nehirlerde
balık avcılığının yapıldığını kanıtlıyor. Nitekim Körtik Tepe,
Batman Çayı ve Dicle Nehri'ne oldukça yakın bir konumda
bulunuyor.
Körtik Tepe'de klorit taşından yapılmış geometrik ve figüratif
bezemeli taş vazolarda rastladığımız yılan, akrep gibi hayvan
figürleri de dönem insanının hayatına mal olabildiği için,
korkutucu bir betimlemeyle karşımıza çıkıyor. Taş vazolar
üzerindeki yılan, akrep benzeri betimlemelerin bir tür büyü,
sihir amacıyla işlendiği de düşünülebilir.
BİNLERCE ZEUGMA'DAN BİRİ...
Gömme biçimleri ve gelenekleri, küçük taş nesnelere işlenen
motifler, tanrıça figürleri, soyut hayvan başı figürleri... Tüm
bunlar bize dönemin inançları hakkında bilgi veriyor. Höyükte
bulduğumuz en şaşırtıcı objelerden biri de taş objeler
üzerindeki gövdeleri arı şeklinde, boynuzlu yaratıklar ve insan
şeklindeki kabartmalar. Büyük olasılıkla, ana tanrıça heykelleri
gibi tapınım amacıyla üretilmiş olmalılar. Kaldı ki, neolitik
çağda kadının doğurganlığı, tanrısal bir yaratıcılık olarak
algılanmış ve soyu sürdüren kadın, toplumda baş konuma
oturmuştu. Avcılıkla uğraşan erkeğin kaba gücü, kadının
evcilleştiriciliği, doğurganlığı, toplayıcılıktan öte tarımsal
emeği karşısında çok fazla itibar görmüyordu.
Daha önce tarım alanı olan toprak, höyüğün aşınmasına yol açtığı
için, özenimize rağmen daha sağlam verilere ulaşmamızı engellese
de, gelişmiş akeramik neolitiğin en eski örneği ile karşı
karşıya olmak şevkimizi arttırıyor. Bir başka heyecan daha var
içimizde; bu da Almanya'daki bir sergide, Anadolu neolitiğinin
yüzakı olarak Körtik Tepe bulgularının teşhire değer
görülmesi...
Günler böyle gelip geçiyor tarihöncesinin koridorlarında.
İnsanın hayvansallığından gerçek anlamda sıyrıldığı bu
topraklarda, ilk üretimciliğe geçişi, bulduğumuz eserler
üzerinde izleyebilme şansına sahip oluyoruz. Kimi taş vazolar
üzerinde bulunan tekstil izleri, burada tekstil kullanımının
olduğunu gösteriyor. Taşları birbirine sürterek ya da yontarak
akışa müdahale eden insan iradesinin, yaşama zenginliğinin
zeminini döşediğini görüyoruz.
Ne var ki, biz Körtik Tepe'de uzun süreli bir kazı değil, bir
kurtarma kazısı yapıyoruz. Çünkü 12 bin yıl önceki tarihimizin
bu mekânı da Ilısu Barajı altında kalacak. Bu noktada, bir
Zeugma için yakılan ağıtın, kültürün ilk tohumlarına yakılmaması
üzücü. Farklı bir yaklaşımla binlerce Zeugma var denebilir.
Körtik Tepe gibi Ilısu Barajı'nın altına gömülecek, geçmişin
izleri su altında bırakılacak yüzlerce arkeolojik yerleşim var.
Neolitik yerleşimlerden Tunç Çağı'na, Asur'dan Mitanniler'e,
Bizans'a pek çok uygarlığın ayak izleri, bu hidrolik baraj
havzası içinde yitip gidiyor. Hasankeyf ve Körtik Tepe dışında
Ziyaret Tepe, Hakemi Use Tepesi, Yenice Höyük, Kenan Tepe, Salat
Tepe, Aşağı Salat, Müslüman Tepe, Kavuşan Höyük, Türbe Höyük
diye sıralanan uzun bir liste var karşımızda...
Biz tarihin ve tarihöncesinin, kendi "arke"mizin izindeyiz. Şu
an Körtik Tepe'de, bugünün 12 bin yıl öncesindeyiz. Anakronik
bir durum olsa da telefonla arayan eş dostun, "Nerdesin?"
sorusuna, "MÖ 9800'lerdeyim, yani 12 bin yıl öncedeyim" diyorum.
Onların da yanıtı şu oluyor: "O telefon ne arıyor o dönemde?"
Cumhuriyet gazetesi
Cumhuriyet dergi eki
14 ağustos 2006