Hasankeyf'i Kurtarmak: Kültürel
Miras
Güneydoğu Anadolu'nun ilginç
ve pitoresk köyü Hasankeyf'in tarihi çok eski dönemlere
dayanır. Bölge dokuz uygarlığın tarihini barındırır ve Asur,
Roma, Bizans, Artuk, Eyyübi ve Osmanlı'dan önemli arkeolojik
ve kültürel izler taşır.
Ankara Üniversitesinden Prof.
Dr. Oluş Arık tarafından 1986-2003 arasında yürütülen kazı
buluntularına göre bölgede insan yerleşimi M.Ö. 4000 civarında
başladı. İlk yerleşimciler büyük olasılıkla Dicle Nehri
boylarındaki mağara ve vadilerde yaşamaktaydı. Asurlular ve
komşu bölgelerdeki diğer topluluklar, kayalık mağaralarda
yaşayan insanlara 'kefenen' (taş insanı) adını verdi.
Daha ileriki tarihlerde bölge
Makedon, Pers, Sasani ve Roma egemenliğine girdi. Romalılar
genellikle fethettikleri toprakların adını değiştirdilerse de,
7.yy.a kadar bölge antik Asurca ismi olan 'Castrum Kefa' (Taş
Hisar) ile anılmaya devam etti.
15.yy'da Doğu Roma
uygarlığının bağımsız kiliselerinden biri bu bölgede ortaya
çıktı. Suriye kültürü ve halkı bu kilisenin çatısı altında
gelişti. 'Cepha' (Suriye Piskoposluğu) 451'de Chalcedon
Konsülünde bir piskopos tarafından temsil edildi.
7.yy'daki İslam
hakimiyetinden sonra da Suriyeliler bölgede yaşamaya devam
ettiler. Bölgenin ismi artık Arapça'da Castrum Kefa demek olan
Hısn Kayfa olmuştu. Bu isim sonunda Hasankeyf haline geldi.
Bir çok Abbasi valisinin yönetiminde kaldıktan sonra, 10.yy'da
Hamdani ailesi tarafından bölgede bir eyalet kuruldu.
1090 yılı civarında Büyük
Selçuklular bölgeyi ele geçirdi. 1102'de Büyük Selçuklulara
bağlı Artuklu eyaleti Hısn Kaifa kuruldu. Selçuklu egemenliği
Hasankeyf'in altın dönemi olarak nitelendirilir.
1236'da Hasankeyf Eyyübileri
olarak bilinen eyalet kuruldu. 14.yy'daki Moğol istilasından
sonra Anadolu'daki Akkoyunlu prensleri egemenliklerini
Hasankeyf'e kadar genişlettiler. Osmanlı, Safevi (Pers),
Eyyübi ve Akkoyunlu devletlerinin sınırında yer alan bölge, bu
güçler arasındaki çatışmalardan nasibini aldı. Sonunda 1524'de
Osmanlı egemenliğine girdi. O zamandan beri Anadolu birliği
içinde yer almıştır.
Tüm bu sözü edilen tarihi,
kültürel, dini ve arkeolojik önemine rağmen Hasankeyf yıllar
önce bölgenin eşsiz mirası göz ardı edilerek planlanan Ilısu
Barajının suları altında kalmak üzeredir.
Bu talihsiz baraj projesi,
10.000 yıllık tarihi 50 yıldan fazla ömrü olmayan bir oluşum
için yok edecek. Onbinlerce yıllık kültür, din ve mimari geri
dönülemez şekilde zarar görecek.
Baraj projesinin savunucuları
tarihi kalıntıların bir kısmını koruyacak önlemlerin
alınacağını belirtiyor. Ancak arkeologlar ve diğer uzmanlar
hiçbir boyutta önlemin bölgede gerçek bir koruma planı kadar
koruma sağlayamayacağına dikkat çekiyorlar.
1968 Kasımında UNESCO Kamu
veya Özel Çalışmalar tarafından Tehlikeye Atılan Kültürel
Mülkiyetin Korunması Hakkında bir dizi tavsiye yayınladı.
"Sosyal ve kültürel kalkınmayı sağlamak kadar, insanlığın
kültürel mirasının korunmasını sağlamak da hükümetlerin
görevidir. Alınacak önleyici ve düzeltici önlemler kamu veya
özel çalışmalar tarafından tehlikeye maruz kalan kültürel
mülkiyeti korumayı yada kurtarmayı amaçlamalıdır." UNESCO'nun
tavsiyeleri Türkiye ve projeyi finanse eden konsorsiyumu
desteklemeyi planlayan pek çok başka Avrupa ülkesi tarafından
onaylandı.
Doğa Derneği
http://www.dogadernegi.org