Hasankeyf'e Sadakat
Özcan Yüksek
Atlas Dergisi
Sorumlu Yayın Yönetmeni
Geçmişi inkar edebilirsiniz. Geçmişe karşı da çıkabilirsiniz. Ama
geçmişi yok edemezsiniz. Çünkü ortak geçmiş, bizim de geçmişimizdir.
Güzel bir yaşam, geçmiş ve geleceği
birbirine bağlı bir çevrede kurulur. İnsanlar, Çatalhöyük'de olduğu
gibi, zaten, geçmişlerini, hafızalarını korumak için yerleşik hayata
geçmişlerdir.
Aslında geçmişi yok etme gayreti beyhudedir. Geçmişi inkar da öyle.
Çünkü insan, geçmişi anımsadığı ölçüde vardır ve geleceğe koşabilir,
daha da önemlisi geçmişe bakarak nereye koşabileceğini bilebilir.
Geçmişi yok ederek yapılan her eylem,
gün gelir, geçmişin hayaletleri tarafından geri püskürtülür. Bu, tarih
ve kültür için de böyledir. Doğa için de. Doğanın kendi belleği de
canlı türleriyle devam eder. Yok edilen her tür, doğanın belleğinde
bir boşluk yaratır. Bu boşluk, yeri doldurulamaz bir boşluktur,
milyonlarca yıl geriye gidebilen bir boşluk. Doğa, bu boşluklarla
aylakta durmakta güçlük çeker. Çünkü her türün diğer türe ihtiyacı
vardır. Doğanın geleceği, geçmişinin devam etmesine bağlıdır.
Geçmişi yok edersen, geleceksiz kalırsın. Hasankeyf'i ikiye bölen
Dicle, bir doğa harikasıdır aynı zamanda. Sayısız kuş, hayvan ve
bitkinin yaşam suyudur. Hasankeyf kayalıklarında üreyen alaca
yalıçapkını, küçük kerkenez, tavşancıl, kızıl akbaba, boz kiraz
kuşunun örneğin, yurdudur. Mutlaka yaşatılması gereken bir nehirdir.
Hasankeyf'i feda edersek eğer, Ilısu Barajı'nın yılda 3.8 milyar
kilovat saat enerji üreteceği hesap ediliyor. Bu enerjiye bu ülkenin
ihtiyacı var deniyor.
Bu ülkenin enerjiye ihtiyacı var. Hatta bu ülkenin en çok ihtiyacı
olan şey, o enerjidir. Ama bu enerji barajın meydana getireceği
elektrik enerjisi değildir, Hasankeyf'in enerjisidir.
Hasankeyf'i sular altına gömen bir ülkenin, şu kadar kilovat saat
enerji için bunu yapan bir ülkenin, böyle bir ülkenin, geleceğini,
elde edeceği elektrik aydınlatamaz.
Hasankeyf, Hesna de Kepha, Hısn Keyfâ, Cepha, Kastron Piskephas... Bu
isimleri almış tarih boyunca. Biz de, Hasankeyf'i sonsuza kadar yok
ediyoruz. Artık yeni bir isme gerek yok. Ne keyif ama!
Hasankeyf'in tarihinin Asur ve Urartu'ya kadar indiğini tahmin
ediliyor. Daha kim bilir ne sırlar saklıyordur kalesi. Hasankeyf'in
bugünkü adının kökeni Asurca ''kipani''den (kaya) geldiğini biliyoruz.
Bu ad daha sonra `kaya kalesi' olarak Arapça söylenişiyle günümüze
kadar gelmiş. Günümüze kadar.
Hısn Keyfâ melikesi kentini, fethe gelen Halid bin Velid'in eline hiç
savaşmadan teslim etmiş, böylece kenti yıkımdan kurtarmıştı. İkinci
Dünya Savaşı'nda sivillerin üzerlerine bombalar yağdıran ölüm
makineleri bile, anıtsal yapıları ve kültürel kıymetleri yıkmamaya
özen göstermişti.
En son 1260'daki Moğol istilası sırasında yakıp yıkılan kentti
Hasankeyf, Osmanlılar zamanında da ticari bir kavşaktı, ama bir daha o
eski ihtişamına kavuşamadı. Son darbeyi indirmek bize kaldı.
Roma'nın olmuş, Bizanslıların olmuştu, sonra Artuklu, Eyyübi ve
Akkoyunlu sahip çıkmış, yaşatmış ve yüceltmişti. Şimdi Türkiye
Cumhuriyeti, Hasankeyf'i bitirecek mi? Türkiye Cumhuriyeti, kendi
tarihini, kültürel tarihini, doğa tarihini, geriye doğru silerek mi
yazıyor? Halfeti, Zeugma, Allonoi ve diğerleri...Hasankeyf'in kalesi
bu kadar dirençsiz mi?
Bize, Hasankeyf'i korumak yok etmekten daha fazla enerji verir.